PAHSSc, Nadir Hastalıklar Gününü Destekliyor

PULMONER ARTERİYEL HİPERTANSİYONUN TARİHÇESİ - BÖLÜM 1 (MÖ. - 1891)

Kalbin Göğüs Boşluğundaki Konumu - Wikimedia:

 

İnsanlar doğduklarında ilk nefeslerini alır ve öldüklerinde son nefeslerini verirler. Ancak, her bir nefesin hayatı temsil ettiği gerçeği genellikle fark edilmez. Günlük yaşamın karmaşası içinde, insanlar genellikle nefes almayı otomatik bir eylem olarak kabul ederler. Bu nedenle, nefes alıp vermenin gerçekten de hayati bir öneme sahip olduğunu unuturlar, ta ki nefes alma zorlaşmaya başlayana kadar.

 

Akciğerler, diğer iç organlara kıyasla dış ortama en fazla maruz kalan ve en az korunan organdır. 18. yüzyılın sonunda ve 19. yüzyılın başında, İngiliz mühendis Thomas Savery (1650-1715)'in ilk ticari olarak kömürle çalışan buhar makinesini yapmasının ardından başlayan sanayi devrimiyle kas gücünden endüstriyel ve makine üretimine geçişle önemli teknolojik, sosyo-ekonomik ve kültürel değişimlere yol açtı. Toplumda büyük değişikliklere neden oldu. Şehirleşme, nüfus, fosil yakıt kullanımı artı. Yeni yaşam tarzları ve meslekler, yeni hastalıkların ortaya çıkmasına neden olurken, hastalıkların kendisi de değişti. Bazı hastalıklar kayboldu, bazıları ortaya çıktı ve diğerleri gelip geçti. Ancak, bu süreç boyunca bilgi düzeyimiz sürekli olarak artmıştır. Son 200 yıl boyunca, akciğerler diğer iç organlara kıyasla en fazla dış etkiye maruz kalarak engellilik ve ölümde önemli bir rol oynamışlardır. 1 Pnömoni (zatürre), 1800'lerin sonu ve 1900'lerin başında bulaşıcı hastalıklardan kaynaklanan ölümlerin başlıca sebebiydi ve toplam ölümlerin üçüncü sırasındaydı. 2


Tıpta cerrahi, 20. yüzyılın ortalarına doğru gelişme göstermiştir. Akciğerlerin ve toraksın yapısından kaynaklanan fizyomekanik zorlukların aşılması çok uzun bir zaman almıştır. Özellikle 20.yüzyılın başlarında tüberkülozun çok önemli bir ölüm nedeni olması ve savaş cerrahisi göğüs hastalıkları ve cerrahisinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. 3 

 

PAHSSc - Sözlük PAHSSc - Ansiklopedik Bilgi

Makaleyi okurken karşılaştığınız bilemediğiniz tıbbi bilgiler için lütfen sizin için hazırladığımız, özet bilgiler için "SÖZLÜK veya ayrıntılı bilgiler içim "Pulmoner Hipertansiyonda Yer Alan Aktörlerbölümümüzü tıklayarak inceleyiniz. 

 

Modern tıp, sanayi devrimiyle birlikte kanıta dayalı gelişim izlerken, Discovery Channel gibi platformlarda karanlık çağlara ait insan kemiklerindeki beyin ameliyatı izleri gibi ilginç bulgular, tarihin bilinmeyen yönlerine dair şaşkınlığımızı artırır. Yazılı tarihin Mezopotamya'da başladığı MÖ 3200 yılından itibaren, insanlık tarihindeki boşlukları doldurmak için çalışan tarihçiler, bulmacanın bir kısmını keşfetmeye çalışırken, büyük bir kısmı da tarihin tozlu sayfalarında kaybolmuştur.

 

1850'li yıllara gelindiğinde, hekimlerin göğüs hastalıklarında tanı koymak için ellerinde üç araç vardı:

  1. Steteskop, Fransız doktor Rene Theophile Hyancinthe Laennec (1781-1826) tarafından 1816 yılında icat edildi. 4
  2. Spirometre, İngiliz doktor John Hutchinson (1811-1861) tarafından 1846 yılında icat edildi. 5 Ve
  3. Klinik gözlem, doktorun gözleri, elleri, burnu ve kulakları - stetoskopun yardımıyla birlikte kullanılarak gerçekleştirilirdi. Solukluk, morarma veya titreme gibi belirtileri görebilir, ancak bunların anlamını çıkaramazdı. Göğüs hareketlerini hissedebilir ve zarif bir şekilde parmaklarıyla çeşitli tonlarda sesler çıkarabilirdi, ancak vücudun içinde neler olduğuna dair hiçbir fikri yoktu. Anaerobların; oksijen yokluğunda yaşayabilen organizmaların kokusunu alabiliyordu ve stetoskopu anlamaktan ziyade bir bilgelik aracı olarak kullanabiliyordu. 1 

İlaç tedavileri bitkilerden oluşuyordu - haşhaş, söğüt kabuğu, stramonium, pelin otu - ve cerrahi becerileri çok azdı. Tüberküloz dinlenme, çeşitli diyetler ve yaşam tarzı değişiklikleriyle tedavi ediliyordu. Akut enfeksiyonlar ve ateşler, doğanın öldürme veya iyileştirme sürecini beklerken zamanı yapılandırmak ve kötü huyları gidermek için kısmen hacamatla, kanatmak veya çizmek gibi uygulamalar yapılırdı. Doktorun yaptığı şeyler daha çok zarar mı yoksa fayda mı sağladı? Onu kimse bilmiyordu. 1

 

Dolaşım Sisteminin Keşfi, Tarihçesi :

 

Kardiyovasküler sistemin (kalp merkezli dolaşım) keşfi, binlerce yıllık bir araştırma ve gelişim sürecinin ürünüdür. M.Ö. 3500 civarında Mısır'da başlayan bilgi, antik Yunan medeniyeti tarafından ilerletilmiş ve İskenderiye'de derinlemesine incelenmiştir. Ancak, Batı'da Roma İmparatorluğu'nun çöküşüyle bu bilgi gerilemiştir. Ne var ki, İslam dünyasında ve Avrupa manastırlarında korunmuş ve Avrupa üniversitelerinde anatomik çalışmaların yeniden canlanmasıyla ilerlemiştir. Yaklaşık 5100 yıllık çalışmanın ve ilerlemenin ardından, William Harvey (1578-1657), 1628 yılında kan dolaşımını keşfetmiştir. Harvey'in ifadesiyle, "Önceden var olan bilgiden kaynaklanmayan hiçbir bilim yoktur ve kökeni duyusal algıdan türetilmemiş kesin bir fikir yoktur." 10

 

Harvey'in sorduğu gibi, ya peki eğer o önceki bilgiler doğru değilse?

Fare gibi bir hayvanın göğüs boşluğunu açtığınızı ve dolaşım hakkında önceden bilgi sahibi olmadan kalbin ve kanın hareketini anlamlandırmaya çalıştığınızı hayal edin. Kalp ameliyatı sırasında kalbin hızlı hareketini gözlemleyenler, kalbin yükselip alçalırken göğüste nasıl hareket ettiğini fark edeceklerdir. Bu hareketler, kalbin kasılması (sistol) ve genişlemesi (diyastol) ile ilgilidir. Peki, diyastol pasif bir durum mudur yoksa aktif bir genişleme midir? Ayrıca, arterlerin nabız atışları gözlemlenecektir. Bu durumda, arterler mi atıyor yoksa kalp mi? Nabız atışının kalp döngüsü ile ilişkisi nedir? Atardamarların kan taşıdığını bilirken, kanın hangi yönde aktığı merak konusudur. Ancak, arteri kesmek, bu yönlü akış hakkında pek fazla ipucu sağlamaz. Dolaşım sistem açık uçlu mu, yoksa kapalı mı? Atardamarlar ve toplardamarlar arasındaki bağlantıların çıplak gözle görülemediği göz önüne alındığında, bu cevaplanması zor bir sorudur. Antik Yunanlıların kardiyovasküler sistemin yapısı ve işlevi hakkında hiçbir ön bilgisi yoktu. Daha da kötüsü, 1600'lere gelindiğinde araştırmacılar yanlış ön bilgilerle çalışıyorlardı. Literatürde (tıbbi kaynaklarda) kan dolaşımını görmek mümkün değildir. Bu nedenle, biyomedikal tarihinde bir dönüm noktası olan keşfi, William Harvey'in öncülük ettiği gibi akıllı deneysel yaklaşımlarla çıkarım yapmaya bağlıydı. 10

 

Nefes ve ruh arasında bir ilişki kurulmuştu. İlk nefeste ruh bedene girerken, son nefeste ise bedeni terk ediyordu. Antik Mısır'da (MÖ 3500), kalp, vücut boyunca dağılmış bir kanal sisteminin merkezi bir öğesi olarak kabul ediliyordu. Bu kanallar, kanı, dışkıyı, meniyi, iyi ve kötü ruhları ve hatta ruhu taşıyordu. Mısırlılar yanlış bir şekilde, bu unsurların beyinden gelen (muhtemelen aort) bir damarla (alıcı damar) kalple bağlantılı olduğuna inanıyorlardı. İkinci bir toplayıcı damarın da anüs bölgesinde bulunduğuna inanıyorlardı. 11 

 

 

 

1- İmhotep - Yazılı Tarihte İsmen Bilinen İlk Doktor

 

M.Ö. 2700

 

Eski Mısır'da, adıyla tanınan en eski hekim İmhotep'tir. İsminin anlamı "barış içinde olan"dır. İmhotep, Eski Krallık'ın Üçüncü Hanedanlığı döneminde yaşamıştır ve Firavun Djoser'in M.Ö. 2667-2648 yılları arasında veziri, başrahibi, baş inşaatçısı ve marangozu olarak görev yapmıştır. Belli ki İmhotep, Yunanlıların onu döner, dolma ve baklavaya yaptıkları gibi Asklepios ile özdeşleştirmiş olabilecekleri, yahudilerin de kutsal metinlerinde yer alan Yusuf ile benzerlikler taşıyan bir figür olabileceği konusunda tartıştıkları evrensel bir simge, Mısırlı bir bilgeydi.  Bilgili bir adam ve katipti ve birçok icatla tanındı. İmhotep, eski Mısır başkenti Memphis yakınlarındaki Saqqarah'daki ünlü Djoser Basamaklı Piramidi'nin tasarımı ve inşası ile tanınır. Baş rahip olarak Imhotel'in zamanında ülkenin başhekimi olarak da görev yaptığına inanılıyor. Basamaklı Piramit'in kurucusu ve bir doktor olarak, bu büyük projede yer alan binlerce işçinin tıbbi bakımını da üstlenmek zorunda kaldı. Ayrıca Mısır tıbbının kurucusu ve çeşitli yaralanmaların özellikleri ve tedavisinin ayrıntılı, doğru kaydını içeren 48 örnek klinik kayıttan oluşan bir koleksiyon içeren Edwin Smith Papirüsü'nün yazarı olarak da kabul edilir. Bu nedenle, eski Mısır'ın ismen bilinen ilk doktoru ve aynı zamanda dünyanın yazılı tarihinde ismen bilinen ilk doktoru olarak ortaya çıkar. 13 


Eski Mısır tıbbının merkezinde İmhotep vardı. 19 İmhotep, Mısır halkı tarafından "iyileştirmenin mucidi" olarak kabul edildiği için ölümünden sonra yarı tanrı olarak tapınıldı ve 2000 yıl sonra iyileşme ve tıp tanrısı olarak konumlandırıldı. Kültü, Yunan-Roma döneminde doruğa ulaştı 13 ve Ptolemaios Dönemi'nde Yunanlılar eşsiz öncü tıbbi becerileri nedeniyle onu, tıpkı dönere, dolmaya ve baklavaya yaptıkları gibi kendi tıp tanrıları Asklepios olarak tanımladılar. 19 

 

Imhotep'in yaşamı boyunca tüberküloz, apandisit, gut, safra kesesi taşları ve artrit dahil olmak üzere 200'den fazla hastalığı teşhis ettiği ve tedavi ettiği düşünülüyor. Ayrıca ameliyat yaptı ve Memphis'te ilk Tıp okulunu kurmuş olabileceği düşünülüyor. Imhotep 4500 yıl önce ve Hipokrat'ın doğumundan 2000 yıl önce, tıp mesleğinin temellerini atan doğuştan halktan biri olarak kabul ediliyor. Onun mirası, sonraki büyük medeniyetleri etkiledi ve İmhotep olmadan bugünkü tıp dünyasının var olmayabileceği düşünülüyor. 22

 

Firavunlardan bile daha büyük şöhret kazanmış İmhotep, Amenhotep'in yanı sıra tam tanrılaştırma onuruna ulaşan tek Mısırlı ölümlüdür. 19. yüzyılda Osler-Rendu-Weber hastalığını tanımlayan Dr William Osler, onu "antik çağın sislerinden belirgin bir şekilde ortaya çıkan ilk doktor" olarak nitelendirdi. 16 Kayıtlı tarihteki ilk mimar, mühendis kısaca bilim adamıdır.  Mısır'ın ilk piramidini tasarlardı. İmhotep, insanlık tarihinin ilk çok yönlü dehası olarak kabul edilir. Halefi Leonardo da Vinci gibi, farklı alanlarda büyük başarılar elde etmiştir.

 

Not:

1- Reçete

 

Eski Mısır'da, "Horus'un Gözü" adı verilen sembol, sağlığı korumak ve hastalıklardan korunmak için önemli bir rol oynamıştır. Roma'da da benimsenmiş latince Rx harfleriyle ifade edilmiş ve reçetinin (ingilizce: prescription) latincesi "recipe" kelimesinin kısaltması olarak eczacıya veya hastaya belirli malzemeleri veya ilaçları almasını söylemek için kullanılmıştır. Ortaçağ'da "Rx" sembolü daha da stilize hale gelmiş ve günümüzdeki tanıdık görünümüne ulaşmıştır. Bu sembol, artık doktorların önerdiği ilaç veya tedaviyi göstermek için evrensel olarak kullanılmaktadır. 18

 

2- Kimya

Eski Mısır'da, "kēme" (kimya) kelimesi, "kara toprak" anlamına gelirken, "Khem" terimi, Nil'in yıllık taşkınlarının ardından geri çekilmesiyle ortaya çıkan verimli siyah silti ifade ediyordu. Bu nedenle, "Khem", Siyah Toprak olarak biliniyordu. Aynı zamanda, Mısır kadınlarının kullandığı siyah kozmetik malzemesine de atıfta bulunan bu terim, antik Mısır'da altın ve gümüş yapımıyla ilgili olan "chemeia" kelimesine dayanarak kimya kelimesine yol açmış olabilir. Kimya kelimesi, Mısır'ın eski adı olan Khemi'den türetilmiş ve Avrupa dillerinde simya anlamına gelen "alchemy" ya da "al-khemia" olarak Araplardan geçer. Arapça kökenli "al-kīmiya" kelimesi, "Mısır" veya "Mısır bilimi" anlamına gelen ve ayrıca "Mısır siyah sanatları" lakabı olarak da kullanılan Kıpti kelimesinden ödünç alınarak türetilmiştir. "Egypt" adı, antik Mısır adı olan "Hwt-Ka-Ptah (Ptah'ın Ruhunun Konutu)"ın Yunanca telaffuzu olan "Aegyptos"tan gelir. Eski Mısırlılar, ülkelerini "Kara Ülke" anlamına gelen Keme olarak adlandırırlardı. Daha sonraları ise, Mısırlılar tarafından günümüzde de uluslar için kullanılan bir isim olan "ülke" anlamına gelen Mısr olarak bilinmeye başladı. Örneğin İmhotep, firavundan sonra Khemi'nin ikinci komutanıdır. 1661 yılında Boyle, alchemy teriminden "al" ön eki kaldırarak sadece "kimya" kelimesini kullanmış ve bu kullanım genel kabul görmüştür. 20,21,23 

 

3- Ölüler kitabından bir pasaj 

 

Doğru adı aslında Güne Geliş Kitabı'dır. (yeniden diriliş) " Sen göklerin efendisi, yerin efendisi, yükseklerde yaşayanların ve derinliklerde yaşayanların yaratıcısısın. Sen zamanın başlangıcında var olan Tek Tanrısın. Sen göksel bir biçimle taçlandırılmışsın, Tek'sin... Ey sen kudretli genç, sen sonsuz oğul, kendini doğuran, ey sen kudretli Bir, sayısız biçimler ve yönler, dünyanın kralı, Annu Prensi, sonsuzluğun efendisi ve ebediyetin hükümdarı... Sen bilinmezsin ve dışarıda aranabilirsin....; sen Tek'sin....". 19 

 

 

Edwin Smith Papirüsü

 

M.Ö. 1600  Edwin Smith papirüsünde tıbbi prosedür, objektif bir muayene süreciyle başlar. Bu süreç, görsel ve koku alma ipuçlarını, palpasyonu ve nabzın alınmasını içerir. Muayeneyi takiben, doktor hastanın hayatta kalma şansını değerlendirir ve üç olası teşhisten birini koyar: "Tedavi edilebilir bir hastalık", "Mücadele edilebilir bir hastalık" veya "Tedavi edilmemesi gereken bir hastalık". Son olarak, tedavi seçenekleri sunulur. Edwin Smith Papirüsü, cerrahi konusunda dünyanın hayatta kalan en eski ders kitabı olan tıbbi bir belgedir. MÖ 1600 civarında yaratıldı, ancak yazının dikkatli bir şekilde incelenmesi, belgenin yalnızca MÖ 3000-2500 civarında yazıldığına inanılan daha eski bir tıbbi incelemenin bir kopyası olduğunu ortaya koyuyor. 14 Edwin Smith papirüsü, 4.68 metre veya 15.3 fit uzunluğunda bir parşömendir. Recto (ön taraf) 17 sütunda 377 satıra sahipken, verso (arka taraf) beş sütunda 92 satıra sahiptir. Sağdan sola, hiyerogliflerin Mısır el yazısı biçimi olan hiyeratikte, siyah mürekkeple ve kırmızı mürekkeple açıklayıcı parıltılarla yazılmıştır. 

 

 

 

Edwin Smith Papirüsü aynı zamanda kafatası sütürleri, beyin zarları, beynin dış yüzeyi, beyin omurilik sıvısı ve kafa içi titreşimlerin bilinen ilk tanımlarını içerir. "Beyin" kelimesi herhangi bir dilde ilk kez geçmektedir.

 

 

Ebers Papirusu

 

M.Ö. 1550 Ebers Papirüsü, M.Ö. 1550'lere kadar uzanan ve eski Mısır'dan kalan nadir tıbbi belgelerden biridir. Yaklaşık 20.23 metre uzunluğunda ve 30 santimetre yüksekliğindedir ve 110 sayfadan oluşur. Diğer eski Mısır tıbbi papirüslerinden çok daha uzun bir belgedir ve eski Mısır tıbbının en kapsamlı kayıtlarını içerir. 12 Ancak MÖ 3400'ün önceki metinlerinden bir kopya olduğuna inanılıyor. Sağdan sola, hiyerogliflerin Mısır el yazısı biçimi olan hiyeratikte, siyah mürekkeple ve kırmızı mürekkeple açıklayıcı parıltılarla yazılmıştır.

 

Dolaşım sistemi hakkında bilinen en eski yazılar, hem fiziksel hem de ruhsal 700'den fazla reçete ve ilaç içeren eski bir Mısır tıbbi papirüsü olan Ebers Papirüsü'nde (MÖ 16. yüzyıl) bulunur. Papirüste, kalbin atardamarlara bağlantısını kabul eder. Mısırlılar havanın ağızdan akciğerlere ve kalbe girdiğini düşünüyorlardı. Kalpten gelen hava, arterler yoluyla her üyeye gitti. Dolaşım sisteminin bu kavramı sadece kısmen doğru olsa da, bilimsel düşüncenin en eski açıklamalarından birini temsil eder. 6

 

Eski Mısırlılar, kalp kapakçıklarını ilk gözlemleyenlerdi ve kan akışını kontrol etmedeki işlevlerine dikkat çektiler. Kapakçıkların kalbin nabız hareketini oluşturmaktan sorumlu olduğuna inanıyorlardı. 29 

 

Gerek savaşlar, gerek kazalarla pek çok kez kadim bilgilerin saklandığı kütüphaneler yangınlarda hasar görmüştür. Örneğin M.Ö. 48'de, Sezar'ın İskenderiye'deki kuşatmasında, düşman gemilerinin limanlara yaklaşmasını önlemek için gemileri yaktırmasıyla, Stoacı filozof Genç Seneca, Livy'nin Ab Urbe Condita Libri eserinden alıntı yaparak, Sezar'ın başlattığı yangının İskenderiye Kütüphanesi'nde 40.000 parşömeni yok ettiğini belirtiyor. 30

 

Bunun yanı sıra Mısır halkı kalp atışı ile periferik nabız (cildin altından hissedilen nabız) arasındaki ilişkiyi bilmelerine rağmen, metu elemanlarının (vücut sıvılarının) vücutta nasıl dağıldığına ilişkin bilgiyi kalp kuvvetine bağlamamışlardı. Aslında, nabızın hissedilmesinin, kanallardaki hava varlığının bir sonucu olduğuna inanılıyordu. Ayrıca, metu elemanlarının vücut boyunca gelip gittiğine inanılıyordu. Mısırlılar, otopsiyi düzenli bir şekilde gerçekleştirmediler ve diseksiyonu (kesip biçerek incelemeyi) tıbbi eğitimde kullanmadılar. Bu nedenle kardiyovasküler sistemle ilgili anatomofizyolojik özelliklerinin (vücut yapısını hem yapısal hem de işlevsel açıdan incelenmesi yaklaşımı) anlayışını daha da ileri götürememişlerdir. Bununla birlikte, Mısırlılar, kalp atışını periferik nabızla ilişkilendiren ve hava ile kardiyovasküler sistemi ilişkilendiren ilk toplum olmuşlardırı. 11 

 

 

 

Yunanistan Dönemi

 

Yunanistan'da 7. yüzyıl civarında, Aristoteles (M.Ö. 384-322)'ten önceki filozoflar, insan vücudunun yapısı ve işleyişi hakkında merak uyandırdılar. Bunlardan en ünlüsü Miletoslu Thales (M.Ö. 624-546)'ti. Tıp okulları, 5. yüzyılda filozoflarla birlikte ortaya çıktı. Kroton tıp okulundan Alkmaion (M.Ö. 520-450), deneysel gözlemlerden anatomik bilgi üreten ilk kişiydi. Kurguladıkları dolaşım sisteminde Venöz ve arteriyel sistemlerin farklı olduğunu düşünmüşler, kalbin kardiyovasküler sistemdeki rolünü tanımlayamamışlar ve anatomik detayları hakkında bilgi sağlayamamışlardı. Kanla dolu etli tüplerin var olduğunu ve bunların ciltte hava alışverişini sağladığını, akciğer solunumuyla da burundan yaşam enerjisi alındığını düşünmüşlerdi.

 

Kos Okulu'nun başlıca temsilcisi olan Hipokrat (MÖ 460-375), tıbbın rasyonelleştirilmesine önemli katkılarda bulundu. On Kalp adlı kitap, Kos Okulu üyelerine atfedilen ve kalbin anatomik detaylarını ilk kez bildiren bir eserdi ve yaşamın vücut boyunca taşınmasını dolaşım sistemi olarak tanımladı. Bu kitabın yazarlarına göre, akciğerler, sürekli kalp aktivitesi tarafından üretilen aşırı sıcağı soğutmak için göğüs kafesinde kalbi çevrelerdi. 11 

 

 

ASKLEPİOS, (Aesculapius):  

 

2- Asklepios, (Aesculapius/Imhotep)

 

M.Ö. 2000

 

Tıp tarihinin ilk büyük ismi olarak kabul edilen Imhotep'i, Yunanlılar binlerce yıl sonra baklava, dolma ve dönere de yaptıkları gibi şifa tanrısı Asklepios ya da Aesculapius olarak benimsediler. Tıbbın insanlıkla birlikte ortaya çıktığı düşünülse de, Imhotep (Asklepios) bu alanda öncü bir rol oynamıştır. Kendisinden ilk kez İlyada’da Homeros bahsetmiştir: “Çağır Asklepios oğlunu, kusursuz hekimi” demektedir. Önce Zeus’un gazabıyla yıldırım çarpmasıyla öldürülen Asklepios daha sonra yine Zeus tarafından tıp tanrısı olarak ilan edilir. Tıp amblemlerinde yer eden, temeli doğu kültürüne dayanan ve tarihi M.Ö. 3000’ lere uzanan yılan figürü de, Asklepios ve O’nun asası ile bütünleşmiştir. Hatta Asklepios sözcüğünün grekçe “Askalabos” sözcüğünden geldiği söylenir ki, bu da yılan anlamına gelmektedir. Ve Asklepios’un şifa veren gücünü yılandan aldığı, halkın da adaklarını Asklepios’a değil de bu yılana sunduğu söylenir. Öyle ya da böyle, yılanlı asası ile Asklepios tıp tarihinin önemli dönemeçlerinden birini tutan bir sembol olarak yerini almıştır. 4

 

HİPOKRAT, (Hippocrates; MÖ. 460-355) 

  

3- Hipokrat, (Hippocrates; MÖ. 460-355)

 

M.Ö. 400

 

Geleneksel tıbbın babası olarak kabul edilen ve yaşamı kesin bilinen Hipokrat, M.Ö. 460-450 yılları arasında Kos adasında doğdu. Babası da doktor olan Hipokrat, tıbba felsefi bir yaklaşım getirdi ve hastalıkları sistematik bir şekilde sınıflandırdı. Ayrıca, prognoz ve klinik gözlem yöntemlerini kullanarak hastalıkları tanımlamada önemli bir rol oynadı. Hipokrat ayrıca humoral teoriyi formüle etti. Hipokrat'ın kurduğu tıp okulu, antik Yunan tıbbında devrim yarattı. Bu okul, tıbbı geleneksel olarak ilişkilendirilen diğer alanlardan ayrı bir disiplin olarak tanımladı ve böylece tıbbı bir meslek olarak güçlendirdi. Bugün bile, Hipokrat'ın tıbbi katkıları ve getirdiği felsefe, dünya tıp çevrelerince hala değer görür ve bu nedenle birçok ülkede hekimler, mezuniyetlerinde "Hipokrat Andı" adı altında meslek yemini ederler. 24,26 

 

Geleneksel tıbbın babası olarak kabul edilen ve yaşamı kesin bilinen Hipokrat, M.Ö. 460-450 yılları arasında Kos adasında doğdu. Babası da doktor olan Hipokrat, tıbba felsefe getirdi ve hastalıkları sistematik bir şekilde sınıflandırdı. Ayrıca humoral teoriyi formüle etti ve prognoz ve klinik gözlem yöntemlerini kullandı. Bu nedenle antik Yunan tıbbında bir devrim yarattı ve tıbbı teurji ve felsefeden ayrı bir disiplin olarak kurdu. Bu sayede tıbbın bir meslek olmasını sağladı. Birçok ülkede hekimler mezun olurken onun adına “Hipokrat Andı” yemini ederler.

 

Not: Humoral teori; İnsan vücudu kan, balgam, sarı safra ve siyah safra içerir. Bu maddeler vücudun yapısını oluşturur ve sağlık ile hastalık arasındaki dengeyi belirler. Sağlık, bu bileşen maddelerin doğru oranda, hem güç hem de miktar olarak, birbirlerine karıştığı ve dengelendiği durumdur. Ağrılar, bu maddelerden birinin eksikliği veya fazlalığı, ya da vücutta diğerlerinden ayrılarak karışmaması durumunda ortaya çıkar. Vücut, dengeli bir kombinasyona sahip olduğunda iyi sağlık durumunu korur. Bu mizah miktarının doğru olması sağlık için önemlidir. Hastalıkların patofizyolojisi ise genellikle mizah miktarındaki fazlalıklar veya eksikliklerden kaynaklanır. 25 O dönemde mikroplar ve virüsler henüz bilinmiyordu, dolayısıyla güncel anatomik bilgilerden oldukça uzak olan bu yaklaşım, 9  belki biyokimya için kabaca ilk adım olarak kabul edilebilir. 25

 

Sklerodermaya dair ilk bulgular, M.Ö. 400'lerde Hipokrat dönemine kadar uzanmaktadır27

 

Çomak parmak olarak bilinen tırnakların bombeleşmesi, ilk olarak Hipokrat tarafından tanımlanmış ve "Hipokratik parmaklar" olarak da adlandırılmıştır. Bu durum, tırnak plağı ile tırnak kıvrımı arasındaki açının 180 derecenin üzerine çıkmasıyla ortaya çıkar, tırnağın normalden daha yuvarlak ve kubbeli bir görünüm kazanmasına neden olur. Çomak parmak genellikle el ve ayaklarda çift taraflı olarak görülse de, tek taraflı olarak da ortaya çıkabilir. Tırnak plağının yatay ve dikey eğimlerinin artmasıyla saat camına benzer konveks bir görünüm kazanması, çomak parmak belirtisinin gözle görülür bir özelliğidir. Ayrıca, tırnak kenarındaki yumuşak dokuda da kalınlaşma ve şişme mevcuttur. Çomak parmak, çoğunlukla kalp ve akciğerler olmak üzere bir dizi hastalıkla ilişkil kabul edilir. Bu nedenle, pek çok hastalığın tarihsel seyrinde bu belirtiyi ilk tanımlayan Hipokrat'a bir selam niteliğinde atıfta bulunulur72

 

Hipokrat, hastalıkların batıl inanç ve tanrılar yüzünden değil, doğal olarak ortaya çıktığına inanan ilk kişi olarak kabul edilir. Hipokrat, hastalıkları akut, kronik, endemik ve salgın olarak sınıflandırmaya ve "alevlenme, nüksetme, çözülme, kriz, paroksizm, zirve ve iyileşme" gibi terimler kullanmaya başladı. Hipokrat, belgelenen ilk göğüs cerrahıydı ve bulguları ve teknikleri, göğüs duvarı apsesini boşaltmak için kurşun boruların kullanılması gibi kaba olsa da hala geçerlidir. 24

 

Hipokrat’ın ampiyemi (her iki plevra yaprağı arasında, başka bir deyişle akciğer ve göğüs duvarı arasında görülen iltihaplı sıvı birikimidir.) teşhis edebildiği, bazı iğnelerle ponksiyon (enjektör veya başka bir aletle bir vücut boşluğuna girme işlemi) yaparak toraks içerisinde (göğüs kafesi içerisinde) biriken sıvıyı drene edebildiği (boşaltabildiği) ve muhtemelen plevrası kalınlaşmış ve pnömotoraks gelişmeyen hastalarda tedaviye ulaşabildiği bilinmektedir. Bronkoplevral Fistül (BPF) terimini de ilk kez kullandığı belirtilmektedir. 26  Hatta iltihabın sıvı karakterine göre prognoz açısından (hastalığın seyri) bir fikir sahibi dahi olduğu söylenir.

  

Hipokrat Yemini: Orjinal Hipokrat Yemini'nin Türkçeye çevrilmiş hali aşağıdaki gibidir: 

"Hekim ApollonAsklepios, HygieiaPanacea üzerine ve bütün Tanrı ve Tanrıçaların huzurunda yemin ederim ki, yeteneğim ve gücüm elverdiğince bu and ve sözleri tutacağım:

Bu sanatta hocamı, babam gibi tanıyacağım, rızkımı onunla paylaşacağım, ihtiyacı olursa kesemi onunla bölüşeceğim, çocuklarına kardeşim gibi bakacağım ve öğrenmek isterlerse bu sanatı ücretsiz öğreteceğim; ilaç reçetelerini, şifai bilgileri ve diğer bilgileri sadece ve sadece kendi evlâtlarıma, hocamın çocuklarına ve hekimlik kurallarına uygun sözleşmeyle bağlı ve and içmişlere öğreteceğim.

Yeteneğim ve hâkimiyetim ölçüsünde hastalarımın iyiliği için tedaviler önereceğim ve asla kimseye zarar vermeyeceğim.

İsteyen hiç kimseye öldürücü bir eczayı ne vereceğim ne de bunu tavsiye edeceğim; benzer şekilde, bir gebe kadına çocuk düşürmesi için ilaç vermeyeceğim.

Hayatımın ve sanatımın saflığını koruyacağım.

İç organlarındaki taşı keserek almayı, hastalığı çok açık olan hastalarda bile, işin ehli olan (cerrah)lara bırakacağım.

Hangi eve girersem gireyim, bütün kasıtlı kötülük ve suistimallerden ve özellikle de ister hür ister köle olsun erkek ve kadınların vücudunu kötüye kullanmaktan kaçınarak, sadece hastaya yardım için gireceğim.

Gerek sanatımın icrası sırasında gerekse insanlarla gündelik ilişkideyken edindiğim bilgileri ortalığa saçmayacağım, bir sır olarak saklayacağım ve kimseye açmayacağım.

Bu yemine sadık kalırsam hayatımı ve mesleki uygulamalarımı insanların tümünden ve her zaman saygı görerek mutlulukla sürdüreyim, ama ona ihanet eder ya da çiğnersem tam tersini yaşayayım." (Vikipedi)

 

Günümüzdeki Hipokrat Yemini ise; 

"Tıp fakültesinden aldığım bu diplomanın bana kazandırdığı hak ve yetkileri kötüye kullanmayacağıma, hayatımı insanlık hizmetlerine adayacağıma, insan hayatına mutlak surette saygı göstereceğime ve bilgilerimi insanlık aleyhinde kullanmayacağıma, mesleğim dolayısıyla öğrendiğim sırları saklayacağıma, hocalarıma ve meslektaşlarıma saygı göstereceğime din, milliyet, cinsiyet, ırk ve parti farklarının görevimle vicdanım arasına girmesine izin vermeyeceğime, mesleğimi dürüstlük ve onurla yapacağıma, namusum ve şerefim üzerine yemin ederim."

 

Herophilos (M.Ö. 335-280)

 

4- Herofilus (Herophilos, M.Ö. 335-280)

 

M.Ö. 300

 

M.Ö. 4. yüzyılda, kalbin kapakçıkları Hipokrat okuluna bağlı bir hekim tarafından yeniden keşfedilmiştir. Fakat, kapakçıkların görevi o dönemlerde anlaşılamamıştır. Ölümden sonra, kan venlerde (toplardamar) toplandığından, arterler (atardamar) boş görünür. Bu nedenle antik anatomistler bu damarların hava ile dolu olduğunu düşünmüş ve bu damarların hava dağıtma görevine sahip olduğu kanısına varmışlardı. 7

 

İnsan kadavralarının anatomik incelemelerde ilk kullanımlarına, Herofilus (Herophilos,  M.Ö. 335-280)'tur. 31 İnsan vücudunun sistematik "teşrih (otopsi) " tekniğini getiren ilk hekimdir. Teşrih sırasında her organ ve işlevli bölüm için isim bulmuştur. Bugün anatomide onun verdiği isimler kullanılır. Beynin detaylı tanımını yapmıştır. Cerebrum (beyin) ve cerebellum (beyincik) ayrımını, meninksler (beyin zarları), tendonlar ve sinirlerin farkını, gözün ve sinirlerinin tamamını, hassasiyetini, fonksiyonlarını, retina'yı (amphiblestrocides olarak adlandırır), vasküler sistemin tanımını verir. Duodenum, onikiparmak bağırsağı (dodekadaktylos = on iki parmak) deyimi onundur. Bu ismi on iki parmak genişliğinde olduğu için verdiğini söyler. Karaciğerin tanımı, pankreas, prostat (Yunanca terimi adenoeideis prostatai: önde duran guddeler anlamındadır), cinsiyet organları da incelemeleri arasındadır. Atardamarlar ile toplardamarların farklı olduğunu, atardamarların toplardamardan 6 kat daha sık olduğunu, kan içerdiğini, ölümden sonra boşalıp yassılaştığını belirtir. Organizmayı besleme, vücut ısısını sağlama, idrak ve düşünce olmak üzere dört güç kontrol eder. Bu güçlerin sırasıyla karaciğer, kalp, sinir ve beyin tarafından sağlandığını belirtir. 7 Herophilos bir öğretmendi ve kalpten atardamarlardan kan akışını araştıran "Nabız Üzerine" adlı kitabından, doğum süresini ve aşamalarını tartışan "Ebelik" adlı kitabına kadar en az dokuz metnin yazarıydı. 31


Asistanı Erasistratos (Erasistratus, M.Ö. 310-250)'un Mısır'da (İskenderiye)'deki çalışmalarıyla, 8  anatomi alanında önemli öncüler olarak kabul edilirler. Ayrıca, anatominin iki büyük kurucusu olarak da tanımlanabilirler. Bu iki antik anatomistten Herofilus İstanbul’da Kadıköy’de (Chalcedon) doğmuştur. Herofilus ve Erasistratus İskenderiye Tıp Okulunun kurucularıdır. Bu iki anatomiste insanlar üzerinde diseksiyon; kesip biçerek inceleme yapma izni verilmiştir. Kadavra diseksiyonları yanında - 600’e yakın - mahkum üzerinde canlı diseksiyonlar yaptıkları bildirilmektedir. 9 

 

Herofilus venler ile arterleri ayırsa da, nabzın doğrudan arterlerin bir özelliği olduğu düşünmüştür. 7

 

 

 

5- Erasistratos (Erasistratus, M.Ö. 310-250)

 

M.Ö. 300

 

Erasistratos yaşam sırasında kesildiklerinde arterlerin kanadığını gözlemlemiştir. Buradan da arterlerden kaçan (çıkan) havanın yerini kanın, venler ile arterler arasındaki küçük damarlar aracılığıyla, doldurduğunu düşünmüştür. Böylece kan akışını ters olarak düşünse de, ilk kez kılcal damar fikrini ortaya atmıştır. Pneuma, bedenin canlılığını ve işleyişini yönlendiren ruh ve nefes olarak düşünülürdü. Pneuma görüşüne bağlı kalmış ve arterleri yalnızca pneuma'nın damarları olarak görmüştür. Bu nedenle, arterlerden kanın aktığına ilişkin gözlemin bir yanılgı olduğunu söylemiştir. Pneuma arterlerden görünmeden dışarı akmakla ve arterlere komşu venlerdeki kan, horror vacui kuralına yani doğanın boşlukları doldurma eğilimine uyarak damar duvarından arterlere geçmektedir. İki tip pneuma tanımlamıştır: Havadan akciğer yoluyla alınıp, vücuda dağıtım için kalbin sol ventrikülüne giden ve yaşamı destekleyen vital pneuma (hava) ve beyinde yerleşmiş olup, sinirler yoluyla dağılan psişik pneuma (enerji kaynağı; ruh). Arterler ona göre hava taşıyordu. Arterler kesildiğinde akan kan ise, doğanın boşlukları doldurma eğilimiyle havanın yerine hücum eden kandı. 7 

 

Özellikle dolaşım ve sinir sistemleri üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Erasistratus, duyusal ve motor sinirler arasındaki farka dikkat çekti, ancak sinirlerin sıvı içeren içi boş tüpler olduğunu düşündü. Havanın akciğerlere ve kalbe girdiğine ve atardamarlarda vücuda taşındığına ve damarların kalpten vücudun çeşitli bölgelerine kan taşıdığına inanıyordu. Epiglotun işlevini ve adını verdiği triküspid ile biküspit (mitral) 62 de dahil olmak üzere kalbin kapakçıklarını doğru bir şekilde tanımladı. 32 Erasistratos, kalbi, kanın dağıtıcısı (pompa) olarak doğru tanımlamakla, William Harvey'in kan dolaşımı keşfine en çok yaklaşan kişi olmuştur. 7 

  

CELSUS, (Aulus Cornelius Celsus; MÖ. 25-MS. 50): 

 

6- Celsus, (Aulus Cornelius Celsus; M.Ö. 25-M.S. 50)

 

M.S. 30

 

Aulus Cornelius Celsus (MÖ 25 - MS 50), çok daha büyük bir ansiklopediden hayatta kalan tek bölüm olduğuna inanılan, günümüze ulaşan tıbbi çalışması De Medicina ile tanınan Romalı bir ansiklopediciydi.Celsus, bir Romalı ansiklopedist ve bilgin olarak bilinir. Geniş tıbbi çalışmaları, ansiklopedisinin en önemli bölümüdür. Ansiklopedisi, tarım, hukuk, retorik ve askeri sanatlar gibi çeşitli konuları kapsıyordu. Ancak, sadece "De Medicina" (Tıp Üzerine) adlı sekiz kitap günümüze ulaşmıştır. Bu kitaplar, MS 47'den önce yazılmış ve yayınlanmıştır. 33

De Medicina:

  • Kitap 1 – Tıp Tarihi (bazıları sadece bu kitap aracılığıyla bilinen seksen tıp yazarına referanslar içerir.)
  • Kitap 2 – Genel Patoloji
  • Kitap 3 – Özgül Hastalıklar
  • Kitap 4 – Vücudun Bölümleri
  • Kitap 5 ve 6 – Farmakoloji
  • Kitap 7 – Cerrahi
  • Kitap 8 – Ortopedi

Eserin tarihsel boyuttaki önemi, kadim medeniyetlerden gelen birçok bilginin günümüze ulaşmasını sağlamış olmasıdır. Helenistik tıp, İskenderiye anatomisi ve cerrahisi gibi konularda şu anda bilinenlerin çoğu, De medicina eserinde yer almaktadır. Celus, Kadim bilginin koruyucusu olarak kabul edilebilir. De medicina, günümüzde en iyi tıp klasiklerinden biri olarak kabul edilse de, çağdaşları tarafından genellikle ihmal edilmiştir. Ancak, Papa V. Nicholas (1397-1455) tarafından keşfedilmiş ve matbaanın piyasaya sürülmesinden sonra (1478) basılan ilk tıbbi eserlerden biri olmuştur. 34

 

Kendisiyle ilgili, bazı çağdaşlarından gelen atıflar ve bıraktığı eser dışında hiçbir bilgi günümüze ulaşmamıştır. 33 

Hipokrat, kötü huylu tümörleri karsinom olarak adlandırmak için Yunanca καρκίνος, karkínos 'yengeç, kerevit' kelimesini kullandı. Yunanca terimi Latince kansere çeviren ve aynı zamanda 'yengeç' anlamına gelen Celsus'du. Celsus, göz anatomisi üzerine yazmış ve koroid tabakasını ilk kez adlandıran kişi olmuştur. 33 Vücudun diğer bölgelerinden alınan deriyi kullanarak yüzün plastik cerrahisini tanımladı. Enflamasyonun dört ana belirtisini sıraladı: ısı, ağrı, kızarıklık ve şişlik. 34 Fıtığın tarifi, meydana gelişi ve cerrahi tedavisinin imkanları hakkında ilk bildiriler de Celsus’tan gelmiştir. 35 Celsus, antikçağ ilaçlarının hazırlanması, özellikle de opiyatların (sakinleştirici) hazırlanması konusunda ayrıntılı bilgiler verir. Ayrıca, 1. yüzyıl Roma cerrahi prosedürlerini tanımlar, bunlar arasında kataraktın çıkarılması, mesane taşlarının tedavisi ve kırık kemiklerin yerine konması bulunur. Ayrıca, göz anatomisi üzerine yazmış ve tabakalardan birini ilk kez koroid olarak adlandıran kişi olmuştur. 33 

 

GALEN, (Claudius Galenus ; MS. 131-MS. 200): 

 

7- Galen, (Claudius Galenus; M.S. 129-216) - 1500 Yıl Zirvede Kalan Doktor

 

M.S. 200

 

Tıp alanında "Kralı gelse tanımam" ifadesini yalnızca Galen söyleyebilir. Tıp dünyasında yaptığı değerli çalışmalarla, 1500 yıl boyunca hüküm sürdü ve bilim insanlarına rehberlik etti. Bu zaman zarfında artan bağnazlık, dini baskılar ve yasaklamalar, tıbbın ilerlemesini önemli ölçüde engellenmiştir. Harvey'nin kan dolaşımını 1628'de keşfetmesine kadar, Galen'in eski kan dolaşımı sistemi teorisi geçerliliğini korudu. Yine bu dönemde artan bağnazlık, dini baskılar ve yasaklamalar, tıbbın ilerlemesini önemli ölçüde engelledi. MS 2. yüzyılda yaşamış olan Galen, Roma İmparatorluğu'nun altın çağında tıbbi alanda çığır açan çalışmalar yapmıştır. Anatomik keşifleri ve geniş yazı koleksiyonu, uzun yıllar boyunca tıp biliminin gelişimine öncülük etmiştir. O dönemde, Galen o kadar çok bilgi üretti ki, yazılarını yetiştirebilmek için bazen 20 kâtip çalıştırdığı söylenir. Ayrıca, hayvanların diseksiyonu (kesip biçme yoluyla öğrenme) yoluyla organ sistemlerinin işleyişi hakkında derinlemesine bilgiler elde etmiş ve bu bilgiler sonraki nesillere aktarılmıştır. Galen, tıp eğitimine 16 yaşında başladı ve coğrafyasındaki en prestijli tıp okullarında yıllarca süren bir eğitim aldı. M.S. 157 yılında, 28 yaşında Bergama'ya döndüğünde gladyatörlerin cerrahı olarak atandı. Bu görevde, doktor, cerrah, eğitmen ve beslenme uzmanı olarak 5 yıl boyunca çalıştı. Ardından MS 162'de Roma'ya gittiğinde hızla tanınmış bir tıp otoritesi haline geldi. Sonunda birkaç imparatorun kişisel doktoru olarak görev yaptı. 36,37 

  

Orta Çağ tıbbı, Galenik Tıp olarak bilinir. Galen, ecza biliminin babasıdır ve Hipokrat'ın tıp alanında başlattığı "Primum non nocere; Önce zarar verme" ilkesini ecza alanına da taşımıştır. Bergama'lı Galenos, tıp tarihinde silinmez bir iz bırakmıştır.

 

Benjamin D. Wiker, Galen'in günümüzden yaklaşık iki bin yıl önce yaşamış, tıp dünyasına yapmış olduğu katkılarla ve kazandırdığı değerlerle tüm zamanların en iyi hekimi olduğunu, söylüyor. Wiker'e göre, o Yunan tıbbını düzenledi ve sonra bunu Romalılara hediye etti. O, dört Roma imparatorunun özel hekimliğini yaptı. Ama kılıç, mızrak ve vahşi hayvanların dişleriyle yaralanan gladyatörlerin tedavilerini de o üstlendi. Öylesine etkindi ki, bilgileri, deneyimleri, öğretileri imparatorluğun dört bir köşesine yayıldı. İmparatorluk yıkıldıktan sonra bile Galen'in gücü, Bizans İmparatorluğu'ndan Arap İslam dünyasına, oradan da dünyanın dört bir köşesine uzandı. O yalnızca bir tıp bilgini değil, herkesin tanıdığı bir filozof, bir düşünür, aynı zamanda da bir din bilimcisiydi. 38 

 

(Primum non nocere, konulu güzel bir yazı. Bakınız; http://www.ubiat.com/andac.html )

 

Galen (M.S. 129-216), kan damarlarının kendinden önceki bilim insanları gibi hava değil kan taşıdığını bilmekteydi. Venöz (koyu kırmızı) ve arteriyel (daha parlak ve ince) kanı ayırt ederek, her birinin farklı ve ayrı görevlerinin olduğunu belirtmiştir. 6  Ancak kendi çalışmalarını kadim bilgilerin temellerine dayandırdığı için, o da yanlış bir şekilde venöz (kirli) kanın karaciğer tarafından üretildiğini ve pompalandığını, arteriyel (temiz) kanın ise kalpten kaynaklandığını ve kanın kalbin sol ve sağ tarafından görünmez gözeneklerden geçtiğine inandı. Ayrıca, atriumları kalbin bir parçası olarak kabul etmedi. Ayrıca, birkaç türde pneuma (ruh) varlığına inanıyordu. 11  Büyüme ve enerji, karaciğerde kilüsten (kilüs; sütümsü, yağ emülsiyonu içeren lenf, yani ak kandır.) oluşturulan venöz kandan elde edilirken, arteriyel kan pneuma (hava ve ruh) içererek canlılık veriyordu ve kalpten kaynaklanıyordu. Kan, her iki yaratıcı organdan da tüketildiği vücudun tüm bölümlerine akıyordu ve kanın kalbe ya da karaciğere geri dönüşü yoktu. Kalp kanı etrafa pompalamazdı, kalbin hareketi diyastol sırasında kanı emer ve kan atardamarların kendi nabız atışlarıyla hareket ederdi. Ayrıca Galen arteriyel kanın, venöz kanın interventriküler septumdaki (kalp odacıkları arası duvardaki) 'gözeneklerden' geçerek sol karıncıktan sağa geçmesiyle oluştuğuna, havanın da akciğerlerden pulmoner arter yoluyla kalbin sol tarafına geçmesi sonucu oluştuğunu düşünmekteydi. Arteriyel kan oluştuğu sırada 'isli' (duman rengi) buharların oluştuğunu ve bunların yine pulmoner arter yardımıyla dışarı verilmesi için, akciğerlere geçtiğini de düşünmüştür. 6

 

Derken, hristiyanlık engizisyon ile karanlık çağa girerken, islamiyette aydınlanma devri başlamış ve tıptaki bayrak yarışındaki bayrak, arap ve türklerin eline geçmiştir.

 

 

 

8- Ebu Bekir el-Razi, (Abu Bakr al-Razi (Rhazes/Albubator); 864-925)

 

M.S. 900

 

El-Razi, Rey ve Bağdat hastanelerinde başhekim olarak görev yapmıştır. Felsefede kendisini Sokrates'in ve tıpta Hipokrat'ın İslami versiyonu olarak görmüştür. Batı'da tanınan eserleri arasında Kitāb al-Manṣūrī ve Yunanca, Suriye ve erken dönem Arap tıbbının yanı sıra bazı Hint tıp bilgilerini içeren "Kapsamlı Kitap" Kitāb al-ḥāwī bulunmaktadır. El-Razi, eserlerinde kendi yargılarını ve tıbbi deneyimlerini yorum olarak eklemiştir. 39 İslam'ın Altın Çağı. Tıp tarihinin en önemli isimlerinden biri olarak kabul edilir. 40


El-Razi, hayatı boyunca felsefe, simya ve tıp gibi çeşitli konularda 200'e yakın kitap yazmıştır. Özellikle peygamberlik ve vahiy kavramlarına yönelik din eleştirileriyle tanınmıştır. Hayatı boyunca felsefe ve simyadan tıbba kadar çeşitli konularda 200'e yakın el yazmasında kaydettiği çeşitli alanlardaki gözlemleri ve keşifleriyle temel ve kalıcı katkılarda bulunmuştur. Aynı zamanda deneysel tıbbın ilk savunucusudur. 40 

 

El-Razi'nin "Çocuk Hastalıkları" eseri, pediatriyi ayrı bir bilim dalı olarak inceleyen ilk detaylı çalışmasıyla pediatrinin babası olarak da görülebilir. 40 El-Razi, çiçek hastalığının "ilk detaylı tanımını" yapmış olarak kabul edilir 44  ve alkol ile sülfürik asidi keşfetti. Maddeleri bitki, organik ve inorganik olarak sınıflandırdı. 45  

 

El-Razi'nin kehanet ve vahiy konularındaki eleştirel yaklaşımı, insan aklının evrensel yeteneğine ve her bireyin gerçeği kendi akıl yoluyla bulma kapasitesine vurgu yapar. Bu düşünce yapısı, hiçbir grubun veya dinin mutlak gerçeğe özel erişimi olmadığı ve tüm insanların eşit düzeyde rasyonel düşünme yetisine sahip olduğu fikrini destekler. Zihnin iyi ile kötüyü ve neyin yararlı neyin zararlı olduğunu ayırt etmek için doğuştan gelen bir kapasiteye sahip olduğunu savundu. Ona göre akıl, dışarıdan herhangi bir rehberliğe ihtiyaç duymuyordu ve bu nedenle peygamberlerin varlığı da gereksizdi. 43 El-Razi'nin peygamberliği reddetmesi ve gerçeği bulmanın en önemli yolunun akıl olduğunu kabul etmesi, onun bazıları tarafından özgür düşünür olarak kabul edilmesine yol açmıştır. El-Razi, dini dogmalara karşı olduğu gibi bilimsel dogmalara da karşı gelir ve birçok iddiayı reddeder. Tıbbı felsefeyle ilişkilendirir ve kendi klinik deneyimlerinin Galen'in teorileriyle çeliştiğini ve bazen klinik deneyiminin Galen'in anlayışını aştığını ifade eder. Ancak El-Razi, Galen'i bir üstat olarak kabul edip kendisini öğrenci konumunda hissetse de, bu saygı ve takdir, kendi şüphelerini ifade etmesini engellememelidir. 40

İbni Sina’nın teorik tıptaki üstünlüğü gibi, El-Razi’nin de klinik tıpta ve deneyime dayalı tedavilerdeki otoritesi tartışmasız kabul edilir. 47

 

El-Razi, bilginin sorgulanabilir ve eleştirel düşünce ile elde edilmesi gerektiğini vurgulayarak, döneminin ötesinde bir düşünce yapısına sahip olduğunu göstermiştir.


Not: Özgür düşünce, inançların otorite, gelenek, vahiy veya dogma temelinde oluşturulmaması gerektiğini ve bunun yerine mantık, akıl ve ampirik gözlem gibi diğer yöntemlerle ulaşılması gerektiğini savunan epistemolojik bir bakış açısıdır. 41 

 

El-Razi, hayatının her anında bilimsel düşünce ve mantıklı akıl yürütmeden ayrılmamıştır. Yaşamının son yıllarını, doğduğu şehir olan Rey'de, glokom hastalığı ile mücadele ederek geçirmiştir. Göz problemleri önce katarakt ile başlamış ve zamanla tam körlüğe yol açmıştır. Kendisine göz merhemi teklif eden bir doktorla karşılaştığında, El-Razi ona gözün kaç katmandan oluştuğunu sormuş, doktorun cevap verememesi üzerine, "Gözlerimin anatomisini bile bilmeyen birinin tedavisini kabul etmem" diyerek tedaviyi reddetmiştir. 40

 

İslam Dönemi'nde insan bedenlerinin kesilip incelenmesi dini nedenlerle yasaktı, sadece hayvanlara izin veriliyordu. Bu nedenle, kardiyovasküler sistemde (KVS) belirgin bir bilimsel ilerleme sağlanamadı. El-Razi, Galen'in kalbin tabanında kemik bulunduğu iddiasına karşı çıkarak, hem kardiyovasküler sistem üzerine hem de Galen'e karşı çıkarak dogmaların yıkılması karşısında tıbbın ilerlemesine önemli bir katkıda bulunmuştur. 42 Orta Çağ (M.S. 375-1453)'da dini yasaklar sebebiyle Hristiyan dünyasında bilimsellikten uzaklaşılırken, kitaplar yakılıp yok edilirken ve bilimsel çalışmalar yasaklanırken, El-Razi önceki bilgileri koruyarak, kendi deneyim ve gözlemleriyle birlikte bilginin gelecek nesillere aktarılmasını sağlamıştır.

 

İBN-İ SİNA, (Avicenna ; MS. 980 - 1037): 

 

 

9- İbni Sina, (Avicenna; 980-1037)

 

1000

 

İbni Sina, İslam'ın Altın Çağı (700-1300)'nda önemli bir figür olarak tanınır. 46 Avrupalılar tarafından "Hekimler Prensi" olarak adlandırılan İbni Sina, 49 dönemin önde gelen doktorlarından, astronomlarından, düşünürlerinden, yazarlarından ve bilginlerinden biridir. Aynı zamanda erken dönem tıbbın öncülerinden biri olarak kabul edilir. Doğum yeri olan Buhara, günümüzde Özbekistan sınırları içerisinde yer alır ve burada eğitim almıştır. Dünya tıp tarihinde, Hipokrat ve Galen'den sonra gelen önemli bir hekim olarak tanınan İbni Sina, ortak coğrafyada yaşayanların paylaşamadığı Farslı (Persli) hekimdir.

 

Babası Abd Allah, Samani yönetimi döneminde yüksek rütbeli bir bürokrat olarak görev yapmıştır ve Nuh II döneminde Buhara yakınlarındaki Harmaytan köyünün valisi olmuştur. Oğlunun yeteneğini, dehasını fark eden Abd Allah, İbni Sina'ya farklı alanlarda en iyi öğretmenlerden eğitim aldırmıştır. On üç yaşında tıp eğitimine başlayan İbni Sina, on sekiz yaşına geldiğinde deneyimli bir doktor olmuştur. Buhara Sultanı Nuh İbn Mansur ağır bir hastalık geçirdiğinde, İbni Sina'yı onu tedavi etmek için çağırmıştır. Sultan'ın iyileşmesinden sonra, İbni Sina'nın ünü sadece ülkesinde değil, aynı zamanda yurtdışında da yayılmıştır. Ayrıca, İbni Sina'ya nadir el yazmalarına ve eşsiz kitaplara erişim izni verilmiştir. Aldığı eğitimlerin yanı sıra kadim bilgilere erişerek entelektüel yapısını güçlendirdi. 49 İbn Sina, Bizans Greko-Romen, Fars ve Hint metinlerinin çevirilerinin yoğun bir şekilde incelendi. 46  Tıp ve felsefe alanlarında olduğu kadar astronomi, kimya, coğrafya, jeoloji, psikoloji, İslam teolojisi, mantık, matematik, fizik ve şiir gibi çeşitli disiplinlerde eserler üretmiştir. Bu eserler, onun geniş bilgi birikimi ve derin anlayışını yansıtarak, günümüzde bile birçok alanda referans noktası olarak kabul edilmektedir. 49 Yazdığına inanılan 450 eserden 150'si felsefe ve 40'ı tıp üzerine olmak üzere yaklaşık 240'ı günümüze ulaşmıştır. 46 Ölümünden sonra Halife El Müstencid, İbni Sina'nın eserlerini kamuya ve özel kütüphanelerde bulunan tüm kopyalardan toplatıp yaktırdı. 61 İbni Sina'nın çok yönlü zekası, selefi İmhotep ve halefi Leonardo da Vinci gibi döneminin ötesinde düşünebilen ve çoklu disiplinlerde uzmanlaşabilen nadir dâhilerden biri olduğunu göstermektedir. Onların mirası, bilim ve sanatın sınırlarını zorlayarak insanlığın bilgi ve anlayışını genişletmeye devam etmektedir.

 

İbni Sina’nın teorik tıptaki üstünlüğü gibi, El-Razi’nin de klinik tıpta ve deneyime dayalı tedavilerdeki otoritesi tartışmasız kabul edilir. 47 Ünlü İslami selefi El-Razi gibi, İbn-i Sina da klinik kararlar almak için gözlem, deney ve kanıta dayalı tıbbın önemini vurguladı. 48 

 

İbni Sina'nın tıpta gerçekleştirdikleri arasında şunlardan söz edilmektedir: Teorik olarak öğrendiği tıbbi bilgileri hastalar üzerindeki deneyimleri ile tamamlamış ve hasta başında klinik dersler vermiştir. Tıp ve kimya alanındaki çalışmalarında deney ve gözleme sürekli yer vermiştir. Cerrahide bazı yeni bilgilere erişmiştir. Örneğin urların beyinde olabileceğini, mide ülseri ve pilor tıkanıklığı semptomları gibi. Küçük cerrahide kullanılacak bıçağın kesinlikle alevden geçirilmesini tavsiye etmiştir. Larenks entübasyonunu ilk kez uygulayan kişidir. Cıva buharını insanlarda ilaç olarak kullanmıştır. İbn Sina’nın en ünlü eseri “Kanun” adını taşımaktadır. Eser 5 bölümden oluşmaktadır. 1542’de Latince’ye çevrilmiştir. Bu eser Türkçe’ye ise 18. yüzyılda Tokatlı Mustafa Efendi tarafından  “Tabhiz al-Mathun” adıyla çevrilmiştir." (Prof. Dr. Erdem Aydın Hacettepe Üniversitesi Deontoloji, Tıp Etiği ve Tarihi AD) 

 

İbni Sina, büyük, küçük kan dolaşımlarından, kalbin, karın ve kapakçık sistemine kadar tıp alanında pek çok ilke imza attı. Mikroskopun olmadığı bir dönemde mikropların varlığına da değinen Sina, kimi hastalıkların bulaşma nedeninin gözle görülmeyen yaratıklar olabileceğini ileri sürdü. 50

 

İbni Sina'nın kaleme aldığı ve 1025 yılında tamamladığı beş ciltlik tıp ansiklopedisi olan "Tıbbın Kanunu", 18. yüzyıla kadar İslam dünyasında ve Avrupa'da standart tıp ders kitabı olarak kullanılmıştır. 46 İbn Sina'nın bu eseri olmasaydı, pek çok önemli bilgi kaybolabilirdi. 1913'te ders veren Kanadalı doktor ve tıp profesörü Sir William Osler, İbn-i Sina'yı "şimdiye kadar yazılmış en ünlü tıp ders kitabının yazarı" olarak nitelendirdi. 51 Kanun'un “tıbbi bir İncil” olarak diğer tüm çalışmalardan daha uzun süre devam ettiğini belirtti 52 Osler aynı zamanda İbn-i Sina'nın bir uygulayıcı olarak "aynı zamanda devlet adamı, öğretmen, filozof ve edebiyatçı olan başarılı bir hekimin prototipi" olduğunu da vurguladı. 51

 

İbni Sina, “Tıbbın Kanunu” adlı eserinde, kalbin merkezde olduğu Aristoteles (M.Ö. 384-322)'in kardiyosentrik dolaşım modelini benimserken, kalbin iki karıncığı (ventrikül) arasındaki duvarda (intraventriküler septum) deliklerin, gözeneklerin olduğu ve gözeneklerden kanın diğer ventriküle aktığına dair hatalı olan antik Yunan görüşünü de benimsemiştir. (Modern tıpta kalbin sağ ve sol ventrikülleri arasında kanın geçişine izin veren doğal bir bağlantı yoktur.) Sol ventrikülün, pneumanın bulunduğu kardiyak odacık olduğunu ve duyguların merkezi olduğunu belirtir. Ancak, İbn Sina "kalp döngüleri ve kapak fonksiyonu üzerine doğru bir şekilde yazdı" ve Nabız Üzerine İncelemesi'nde "kan dolaşımı hakkında doğru bir fikre sahipti." Galen'in hatalı nabız teorisini geliştirirken, kalp sistolünü ve diyastolünü açıkça tanımladı ve nabzın doğru açıklamasını yaptı: "Nabzın her atışı iki hareket ve iki duraklamadan oluşur. Böylece, genişleme: duraklama: daralma: duraklama... Nabız, kalp ve atardamarlardaki bir harekettir... alternatif genişleme ve daralma şeklini alır." 6,11 

 
Ayrıca, İbni Sina'nın buluşu olan kateterler, günümüz tıbbında yaygın olarak kullanılan malzemelerdir. İbn Sina, "El-kassıtır" olarak adlandırdığı bu tabiri (Sokulup ilerletilen), Latince'de "Catheter" olarak geçmiştir. Menenjiti, yani beyin zarlarının iltihabını, "Uttaş" olarak adlandırmıştır. Bu terim, eski Türkçede "ateş" anlamına gelir. İbni Sina'ya göre, bir hekim asla hastasından umudu kesmekle ilgili bir belirti göstermemeli ve tüm bilgi ve gücüyle hastalıkla mücadele etmelidir. Bu yaklaşım, Hipokrat geleneğine karşı bir tavırdır ve İbni Sina, Hipokrat'a karşı bir tutum sergilemiştir. Öldüğünde İbni Sina henüz 57 yaşındaydı. 61
 
 
Not: İki Yunanca sözcüğün birleşmesiyle “Filos: sevgi ve Sofia: akıl” oluşan felsefe, akıl sevgisi anlamına gelir. Felsefe her şeyin “köklerini ve nedenlerini” kavrama ve elde ettiği her şeyi sorgulama yolunda bir arayış içinde olma çabalarının tümüdür. Felsefe yapan kişiye ise filozof denir. 53 İbn-i Sina'nın sistemi, yeni Platoncu ve Aristotelesçi düşünceleri sentezleyerek, zamanın tüm insan bilgisini iyi organize edilmiş erişilebilir metinlerle bir araya getirmiştir. Bu sentez, onu Aristoteles'ten bu yana en büyük entelektüellerden biri yaparken, 51  ayrıca akılcılığı "Peygamberler; vahiy alan kimseler değil, hayal gücü yüksek kişilerdir." diyen Farabi (870-950)'den, deneyciliği "Akıllı bir kimsenin geçerli bir sebebi ve kendini destekleyecek bir delili olmaksızın görüş beyan etmesi ne kadar çirkin bir tutumdur. Bu, aklı bırakıp tamamen nefse tabi olmak demektir." diyen Ebû Bekir Râzi'den alıp birleştirmiştir.  İbn-i Sinâ’nın sistemi, ortaçağ felsefesinin klasik karakterini taşır ve filozof metodik eserler vermek bakımından Meşşaî ekolün (İslam toplumunda Aristoteles’in felsefi sistemini temel alan bir hareket) en büyüğü olarak kabul edilir. 53 
 
 
İbni Sina eserlerinin pek çoğunda ahlak kavramına da değinerek her insanın yaradılışı gereği ahlaklı olması gerektiğini savunmuştur. İbn-i Sinâ’ya göre Allah ilk cevher ve zorunlu varlıktır. Her şey O’ndan çıkar. Hayır ve şer Allah’tandır. Ancak Allah insanları belli davranışları yapmaya zorlamaz. Allah’ın insanı var etmesi bir lütuftur. İnsan yaratıcısına lâyık olmaya çalışmalıdır. Kötülük O’ndan değil eşyadan gelir. İnayet Allah’ın insanları kötülükten muhafaza etmek hususundaki lütfudur. 53

Kötülük şu kısımlara ayrılır:
  • Zayıflık, bilgisizlik, yaratılıştaki noksanlık ve eksiklik mânâsına gelen kötülük ki, bu fiziki bir kötülüktür.
  • Elem, keder gibi maddî ve mânevi mânâdaki kötülük. Bu da psikolojik bir kötülüktür.
  • Metafizik kötülük. Filozof buna günah diyor.

Skolastik felsefe, teoloji (din bilimi) ile felsefeyi birleştirmeyi amaçlar. Skolastik filozoflar, aklın ve inancın uyumunu araştırırken, mantık ve Aristoteles’in eserlerini kullanırlardı. Onlar için, doğru bilgi hem akıl yoluyla hem de Tanrı’nın vahiyleriyle elde edilirdi. İbni Sina'nın Tanrı kavramı Aristoteles'inkine benzer, ancak farklılıklar da vardır. İslam'ın temel inançlarını akıl yoluyla doğrular ve kendisine makul görünenden yana tavır alırdı. Ancak bu, İslam'ın ana ilkeleriyle olan çatışmasının başlangıcıdır. Çünkü İslam'ın ana inancı şudur: "Kur'an ve Hadislere öncelik verilmelidir, akla değil". Bunlar tartışılamazdı. İbni Sina ise akla öncelik verdi. Ona göre de tartışılamayacak şey, tartışılamayacak bir şeyin olmamasıdır. 
 
İbni Sina İslami püriten gelenekleri hiçe sayması ona daha da fazla düşman kazandırdı. 51 O, insanın yaratıcı veya Allah tarafından kontrol edilmediğine inanıyordu. İslam'ın temel inançlarından biri olan Takdîr'e, Kader'e inanmıyordu. Tanrı'nın insanla doğrudan teması olmadığına ve dünyayı kontrol etmediğine inanıyordu. 56 
 
 
İbni Sina, ruhun bedenden ayrı olduğunu ve bedene ihtiyaç duymadan var olabileceğini öne sürer. Buna göre, ruhun manevi bir varlık olduğunu savunur. İnsanın ruhunu kavraması için bedene gerek olmadığını ifade eder. İbni Sina'nın "İnsan-i Tair" (Uçan İnsan) benzetmesi, tarih boyunca birçok kişi tarafından benimsenmiş ve kullanılmıştır, bunlar arasında René Descartes (1596-1650) da vardır. İnsanların ölümden sonra tekrar bedensel olarak dirileceğini reddeden öğretiler, insanların sadece bedensel değil, aynı zamanda manevi olarak da şekli din anlayışından kurtulmalarını sağlayabilir. Şekli din anlayışı, dinin görsel ritüel, ibadet ve yaşam kurallarını öne çıkarırken, bireyin içsel yaşamı, kişisel inançları ve manevi deneyimlerini ikinci plana atar. Ancak, din sadece dışsal biçimlerden ibaret değildir; asıl önemli olan bilgeliği bilmektir. Bilgi olmadan yapılanlar, din adına görünüşte, şeklen yapılanlardan ibarettir. İbni Sina'ya göre, vahiy denen olay, Cebrail'le konuşmak değil, akıl ve sezgi yoluyla anlamaktır. Peygamberler, diğer insanların kavrayamayacağı şeyleri algılamada üstün güce sahiptirler. İbni Sina'nın fikirleri, yeni Platoncu düşüncelerden İşrakilik'e doğru;  içe doğan bilgiye, iç aydınlanma, keşif ve irfana dayanan bir görüşe doğru geçişi işaret etmektedir. Ona göre atomlar sonsuz sayıda bölünebilir ve evren, cansız doğadan canlı doğaya derece derece geçişin söz konusu olduğu bir süreçle oluşmuştur. (evrime işaret eder.) Leonardo da Vinci (1452-1519)'nin notlarında yer alan birçok fikir, İbni Sina'nın çalışmalarında da gözlemlenir. Özellikle, da Vinci'nin anatomik çizimleri, İbni Sina'nın eserleriyle büyük benzerlikler taşır. İbni Sina'nın keşfettiği ve detaylı şekillerini çizdiği mekanik aletler - çıkrık, kaldıraç, kama ve palanga sistemleri, da Vinci'ye ilham kaynağı olmuştur. Ayrıca, da Vinci'nin yazılarında İbni Sina'nın eserlerinden alınmış Arapça terimlere sıkça rastlanır. 61
 
 
İbni Sina, bazı heterodoks inançlara sahip olduğu için Müslüman olarak görülmüyordu ve Gazali (1058-1111) onu sapkın olmakla suçluyarak kafir ilan etmiştir. Çünkü Gazali'ye göre doğru bilgiye akılla değil sezi ile ulaşılırdı ve her şey Kuran ve hadis çerçevesindeydi. İslam ve Akıl'ın yol ayrımı da bu şekilde oldu. Tarihte öyle keskin bir ayrışma yaşanmıştır ki, dönemin şairlerinden Ebul ʿAla Al-Maʿarri (973 -1057) "Dünya, aklı olup dini olmayanlar ve dini olup aklı olmayanlar olarak ikiye bölünmüştür." diyerek ifade ermiştir. 56 İbni Sina'da "Eğer ben bir kafirsem, o zaman yeryüzünde tek bir gerçek Müslüman yoktur." diyerek cevap verir. 55  
 
Eşarî ve Hanbeli (Selefi) düşüncenin egemen olduğu yerlerde demokrasinin var olma olasılığı düşüktür. Demokrasinin temel şartı, insan aklının hem felsefi hem de dini anlamda öncelikli olduğunun kabul edilmesidir. Aksi takdirde, meşru kaynak ne olacaktır? Akıl ve sebep-sonuç ilişkilerinin meşru görülmediği bir ortamda, yasaların, düzenlemelerin ve uygulamaların nasıl meşru bir şekilde yapılacağı konusunda akılların çatışması kaçınılmazdır. Eğer bir insan, akla ve mantığa uymayan, nedenselliği reddeden bir dünyada yaşıyorsa, kaderden başka sarılabileceği bir dayanağı kalmayacaktır. Akıl bağlanınca, bu topraklar da kaderin egemenliğine teslim oldu.

12. yüzyıldaki Eşarî büyüklerinden Gazali'nin müridi ve İbni Sina eleştirmeni Fahreddin er-Râzî (1149-1209), "Kelam ilminin ve felsefenin yöntemlerini araştırdım, ancak bunlarda vahiyde bulduğum faydayı hiçbirinde göremedim." demiştir. 54
 
İbn Kayyim el-Cevziyye (1292-1350) İbn-i Sina'yı şiddetli sapkınların lideri olarak tanımladı ve onun ve takipçilerinin imanın şartlarına; Allah'a, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere ve ahiret gününe inanmayanlar olarak ilan etti. 54 
  
Allah'ın her bir damlası farklı bilgi içeren sonsuz bilgi şelalesi olduğunu farz edersek, peygamberler küplerini ne kadar bilgiyle doldurabildiler? Küplerine sığmayan bilgiler nelerdi?Sonuçta peygamberler de insan olduğu için duyu ve akıllarıyla o küpteki bilginin ne kadarına hakimdiler? Bütün bilgiye hakim olsalar bile, yalnızca kapların hacmi kadar bilgiyi küpten aktarabilirlerken, karşısındaki insana o bilginin ne kadarını aktarabildiler? Bütün bilgiyi aktarabilmiş olsalar dahi, ne kadar kişi o bilgiye aynı hakimlikle erişebildi? elsefe böyle bir şeydir; hep sorgular, her cevap yeni bir soru doğurur. İnkar ise soru sormayı durdurur; her ramazanda tekrarlanan "sakız orucu bozar mı?" sorusu gibi basit ve tekrar eden bir döngüye yol açar.
 
Batının bugün geldiği medeniyet seviyesinin temelleri doğudan gelen bilim ışığıyla atılmıştır. Doğu gerçekte de adı gibi bir zamanlar ışığın doğduğu yer iken şimdilerde bilimi batıdan satın alma çabası içerisinde, bilim kısırlığı çeken bir uygarlık haline gelmiştir. Uygarlık tarihi olarak çok zengin olan Doğu Dünya’sı bilgi üretiminde artık çok geri kalmıştır. Oysaki bu topraklarda Mısırlılar piramitleri yaptı, Sümerliler yazıyı icat etti, Lidyalılar parayı buldu, ilk tarım, ilk yerleşik yaşama geçiş bu topraklarda var oldu. “Nasıl oldu da temizliği bile doğu toplumlarından öğrenen ilkel Batı Medeniyeti şimdi Dünya’yı yönetiyor?” bu da tartışılması gereken diğer bir konudur. 53 

İBN NEFİS, (Annafis; MS. 1210 - 1288): 

 

10- İbn Nefis, (Annafis; 1210-1288)

 

1200

 

İslam dünyasında isminden söz edilmesi gereken hekimlerden biri de İbnü'n-Nefîs’tir. Dostları onu kısaca, Ali bin ebu'l-hazm el-kureş ed-dımeşki el-mısri eş-şafii diye çağırırlardı. Künyesi Ebu'l-Hasan dır. Lakabı ise Alaeddin'dir. İbn-i Nefis adıyla meşhur oldu. 13. yüzyılın ünlü bir hekimi olan Nefis Şam’daki Nurettin Zengi hastanesinde ve daha sonra Kahire’de çalışmıştır. 

 

1200'lü yıllarda yaşamış olan Arap hekim İbn Nefis, Galen ve İbn-i Sina'nın yanlış dolaşım sistemine dair varsayımlarına ilk meydan okuyan isimlerden biridir. İbn Nefis, pulmoner dolaşımın doğru haritasını çıkararak, kanın kalbin sağ ve sol tarafları arasındaki görünmez deliklerden geçmediğini ortaya koymuştur. Ayrıca, eğitimli bir göz doktoru olan İbn Nefis, pulmoner dolaşımın yanı sıra kılcal damarlar ve koroner dolaşımı da keşfetmiş, bu buluşlarıyla dolaşım sisteminin anlaşılmasında temel bir rol oynamıştır. Bu önemli katkılarından dolayı, "Dolaşım Fizyolojisinin Babası" olarak kabul edilen İbn Nefis, Galen'in dolaşım sistemiyle ilgili yanlış yaklaşımını tam 1000 yıl sonra düzeltmiştir.

 

Galen ve İbn-i Sina'nın insan dolaşımıyla ilgili asırlık ve yanlış varsayımlarına ilk kez meydan okuyan 1200'lü yıllarda yaşamış bir Arap hekim olan İbn-i Nefis'ten bahseder. İbnü'n-Nefis pulmoner dolaşımın haritasını doğru bir şekilde çıkarmış ve kanın kalbin sağ ve sol tarafları arasındaki görünmez deliklerden geçtiğine dair daha önce kabul gören dogmayı çürütmüştür. Üstelik kendisi eğitimli bir göz doktoruydu (oftalmolog). 57 "Dolaşım Fizyolojisinin Babası" olarak kabul edilen İbn Nefis'in çalışmaları, Galen'in yanlış dolaşım sistemine dair yaklaşımını 1000 yıl sonra düzeltmiştir. İbn Nefis'in araştırmaları ayrıca, 17. yüzyılda William Harvey'in dolaşım sistemi üzerine yaptığı çalışmalar için de bir zemin hazırlamıştır.

 

Bilgiye olan tutkumuz ve araştırma yapma arzumuz, geçmişin geleceğe emaneti olan çalışmaları gözümüz gibi sahip çıkıp onların değerlerini bilip koruduğumuz için olsa gerek, İbnü'n-Nefîs'in 29 yaşındayken 60 “İbn Sina Kanunu’nun Anatomi Kısmına şerh” adlı eserini kaleme almasından yaklaşık 700 yıl sonra, 1924 yılında Mısırlı bir hekim olan Dr. Muhyiddin el-Tatavî (Muhyo Al-Deen Altawi) tarafından Berlin Kütüphanesi'nde bulunmuş ve dünyaya tanıtılmıştır. Bu el yazması, pulmoner dolaşımın çok daha erken bir ilk tanımını ortaya çıkardı. Ölümünden yüzyıllar sonra, İbnü'n-Nafis, nihayet yirminci yüzyılın ortalarında pulmoner dolaşımın keşfi için tarihçiler tarafından kredilendirildi. 58 İbnü'n-Nefis'in yazdığı tıp ders kitaplarının sayısının 110 ciltten fazla olduğu tahmin edilmektedir. En hacimli kitabı, Tıp Üzerine Kapsamlı Kitap (Al-Shamil fi al-Tibb) adıyla bilinen ve 300 ciltlik bir ansiklopedi olması planlanmıştır. Ancak İbnü'n-Nefis'in ölümünden önce sadece 80 adet yayınlamayı başarabilmiş ve eser eksik kalmıştır. Zamanla, eserlerinin çoğu kaybolmuş veya dünyanın dört bir yanına dağılmıştır. 60  

Max Meyerhof tarafından tercüme edilen el yazmasındaki başlıca tespitler şöyledir;

  • “ Kalp, ancak ve ancak kendi bünyesi içinden geçen damarlar aracılığı ile beslenir.”
  • “ Kan, akciğerleri beslemek için değil, temiz hava götürmek için yayılır.”
  • “ Akciğere giden damarla, akciğerden dönen damar arasında, dolaşımı tamamlayan bağlantılar mevcuttur. “
  • “ Akciğer toplardamarı, önceden zannedildiği gibi, hava veya is ile değil, kan ile doludur.”
  • “ Akciğer atardamarının duvarı, akciğer toplardamarının duvarından daha kalındır.”
  • “ Kalp odacıkları arasındaki bölmede geçit yoktur. Kan, dolaşımını kalpte tamamlar.”
  • “ Kanın sol boşluğa geçmesi akciğerler yolu ile olmakladır. Sağ boşluktan akciğerlere gelen kan, burada ısınmakta ve hava ile karıştıktan sonra, akciğer toplardamarı yolu ile sol boşluğa geçmektedir.” 59 
  • Kalpte üç ventrikül olduğunu reddetti ve doğru olanın iki ventrikül olduğunu belirtti. 11

 

İbnü'n-Nefis anatomik bilgisine dayanarak şöyle demiştir:

 

Kalbin sağ odasından gelen kanın sol odaya ulaşması gerekir, ancak aralarında doğrudan bir yol yoktur. Kalbin kalın septumu delikli değildir ve bazılarının düşündüğü gibi görünür gözeneklere veya Galen'in düşündüğü gibi görünmez gözeneklere sahip değildir. Sağ odacıktan gelen kan, vena arterioza (pulmoner arter) yoluyla akciğerlere akmalı, maddelerine yayılmalı, orada hava ile karışmalı, arteria venosadan (akciğer damarı) geçerek kalbin sol odasına ulaşmalı ve orada hayati ruhu oluşturmalıdır. 60

 

İbnü'n-Nefis aynı zamanda, kalpten ziyade beynin düşünme ve duyumdan sorumlu organ olduğu görüşünü destekleyen birkaç hekimden biriydi. Galen'in kalbin nabzının atardamarların tunikleri tarafından yaratıldığı teorisine de katılmıyordu. "Nabzın kalp atışının doğrudan bir sonucu olduğuna, hatta arterlerin kalbe olan mesafelerine bağlı olarak farklı zamanlarda kasıldığını ve genişlediğini gözlemlediğine inanıyordu. Ayrıca, kalp genişlediğinde arterlerin kasıldığını ve kalp kasıldığında genişlediğini doğru bir şekilde gözlemledi. 60

 

Pulmoner dolaşımın keşfi, insan vücudu hakkındaki anlayışımızı köklü bir şekilde değiştirmiştir. İslam geleneğinde diseksiyonun (kesip biçerek öğrenme) yasak olmasına rağmen, İbnü'n-Nafis'in bu keşfi tanımlamak için klinik ve fizyolojik gözlemlere ek olarak diseksiyon sonuçlarını kullandığını belirten Patrice Le Floch-Prigent ve Dominique Delaval gibi insan anatomisi uzmanları bulunmaktadır. Bu da İbnü'n-Nafis'in, İbni Sina gibi bilimsel yöntemlere ve akılcı düşünceye verdiği önemi göstermektedir. 60

 

İbnü'n-Nefis, metabolizma kavramını açıklayan ilk kaynaklardan biri olarak bilinir. Onun açıklamasına göre, insan vücudu ve onun her bir parçası, sürekli olarak yıkım ve yenilenme sürecindedir. Bu süreçler nedeniyle, vücut ve onun parçaları devamlı bir değişim içindedir. Bu değişim, yaşamın temel bir özelliği olarak kabul edilir ve vücudun sağlıklı işleyişinin bir parçasıdır. İbnü'n-Nefis'in bu gözlemleri, modern bilimin metabolizma anlayışının temellerini oluşturmuştur. 60

 

Mondino de Luzzi (1276-1326)

 

Onuncu yüzyılda, Salerno Tıp Fakültesi'nin kurulmasıyla Avrupa'da tıp eğitimi yeniden canlandı. Ancak, İbni Nefis'in dolaşım sistemiyle ilgili bulgularından habersiz olan Mondino da Luzzi, 1316'da Bologna'da berberine insan diseksiyonları gerçekleştirdi. Bu yanlış uygulama sonucunda anatomik bilgide yanlış sonuçlara ulaşıldı ve kardiyovasküler sistem anlayışında antik Yunanın yanlış teorilerinin tekrar benimsenmesine yol açtı. Mondino, Aristoteles'in üç ventrikül iddiasıyla Galen'in interventriküler septumda gözenekler olduğunu, bu gözeneklerden kan akışının sağlandığı teorisini kabul etmiş. Ancak, kulakçıkları (atriyumları) tanımlamamıştır. 11 

 

Berengario da Carpi (1460-1530)

 
Berengario da Carpi, kendi gerçekleştirdiği ceset diseksiyonları sayesinde anatomi alanında önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Bu sayede 1521 yılında, kalbin sadece iki ventrikül (büyük oda) ve iki atrium (küçük oda) ile bu odalar arasında bulunan yarı ay şeklindeki atrioventriküler kapakların varlığını açıkça ortaya koymuştur. Böylece antik Yunan ve İskenderiye okulunun, Herophilos ve Erasistratus kazanımlarını yeniden ortaya çıkarmıştır. Ayrıca, kalbin kapakçıklarının düzgün çalışmasını sağlayan önemli yapılar olan subvalvar aparatın bileşenleri olan papiller kasların varlığını da belirlemiştir. Bu kapaklar, kalbin içindeki kanın doğru yönde akmasını sağlar. Bu bulgular, antik bilginlerin çalışmalarını daha da ileriye taşımıştır. 11 

 

  

 

11- Leonardo da Vinci (1452-1519) - Dönemin Bilgisayarlı Tomografik Görüntüleme Uzmanı

 

1500

 

Leonardo di ser Piero da Vinci, farklı disiplinlere hakim bir dahi olarak tanınır. Rönesans döneminin en önemli figürlerinden biri olan Leonardo, ressam, mucit, teknik ressam, mühendis, bilim adamı, teorisyen, heykeltıraş ve mimar olarak görev yapan İtalyan bilge. Şöhreti başlangıçta bir ressam olarak elde ettiği başarılara dayansa da, anatomi, astronomi, botanik, haritacılık, resim ve paleontoloji gibi çeşitli konularda çizimler ve notlar aldığı defterleriyle de tanındı. 63 

 

Leonardo, kendi sayımına göre, yaşamı boyunca 30 cesedi parçalara ayırdı. 64 Leonardo'nun detaylı anatomik çizimleri, insan vücudunun iç yapısını gösterme teknolojilerinin henüz mevcut olmadığı bir dönemde tıp bilimine büyük katkılar sağlamıştır. Bu çizimler, insan anatomisinin daha iyi anlaşılmasına olanak tanıyarak, tıbbi bilginin ilerlemesine ve modern tıp uygulamalarının temellerinin atılmasına yardımcı olmuştur. Leonardo'nun eserleri, tıp eğitimi ve araştırmalarında bugün bile değerini korumaktadır. Muhtemelen insan vücudunu incelemek için otopsi yapmıştır. Bu incelemelerde, atriyumların ventriküller genişlediğinde kasıldığını ve bu durumun bir işlevi olduğunu belirtmiştir. Ayrıca, kalbin sadece bir kas olduğunu ve ruh veya hava ile ilgili bir merkez olmadığını vurgulamıştır. İncelemelerinde, mitral aparatın detaylı bir resmini çizmiş ve sağ ventriküldeki düzenleyici bandı tanımlamıştır. Ancak, da Vinci hala interventriküler septumda gözeneklerin olduğuna inanmış ve kanın vücutta nasıl dağıldığı konusunda Galen'in modelini benimsemiştir. 11 Leonardo'nun akciğer ve mediasten anatomisiyle ilgili çizimleri ve akciğerler üzerine yaptığı notlar, solunum sistemiyle ilgili bilgilerin gelişmesine önemli katkılar sağlamıştır. Bu notlarda, akciğerlerin esnetilebilir süngerimsi bir dokudan oluştuğu detaylı bir şekilde belirtilmiştir. 70

 

 

 

Michael Servetus (1511-1553)

 

Michael Servetus, teoloji eğitimi görmüş bir anatomi uzmanıydı ve 1553'te yayımlanan "Christianismi Restitutio  (Hristiyanlığın Yeniden Kuruluşu)" adlı eserinde pulmoner dolaşımı  birkaç sayfada detaylı bir şekilde anlatmıştır. Bu açıklamalarıyla birlikte Üçlü Birlik (Tanrı, Tanrı'nın oğlu ve Kutsal Ruh) ve bebek vaftizini reddetmesi nedeniyle Engizisyon mahkemesi tarafından sapkınlıkla (kafirlikle) suçlanmış ve ölüme mahkum edilmiştir. Servetus, 27 Ekim'de Cenevre yakınlarındaki Champel Platosu'nda, kendi yazdığı kitaplarla birlikte yakılarak idam edilmiştir. 65

 

Bununla birlikte, Servetus, sağ ventriküldeki kanın akciğer kapillerleri aracılığıyla kalbin sol tarafından geçtiğine inanıyordu; interventriküler septumda gözenekler yoktu. Dahası, kanın akciğerlerde havayla karıştığına inanıyordu, ancak bu karışımın sol ventrikülde gerçekleşmediğini iddia ederek, kan rengindeki değişimin akciğerlerde meydana geldiğini ve ayrıca akciğer arterinin boyutunu açıkladı. Bu damarın işlevi sadece akciğer beslenmesi ise gereğinden çok daha büyüktü. Servetus, kanın akciğer arterinden kan damarları aracılığıyla akciğer venlerine aktığını düşünüyordu. Bu inançlar, anatomik kesitlerin rutin pratiklerinden kaynaklanmaktaydı. 11 

 

 

Not: Çeşitli dönemlerde bilgi ve düşünce özgürlüğüne karşı çıkan birçok bilim insanı ve düşünür, değişik sebeplerle zulme uğramıştır. Pisagor (M.Ö. 570–495), öğretilerin sır olarak korunması şartıyla kurduğu Pisagor Kardeşliği okuluna yalnızca en parlak zekalara sahip kişileri kabul ederdi. Rivayete göre, okula başvurusu reddedilen Kylon, Pisagor Kardeşliği'ne karşı bir isyan başlatarak halkı örgütledi. İsyan sırasında, insanlar okul binasını kuşattı, tüm kapılar kapatılarak kilitlendi ve evler ateşe verildi. Öğrencileriyle birlikte Pisagor öldürüldü. "Kimseye hiçbir şey öğretemem, sadece onların düşünmelerini sağlayabilirim" diyen Sokrates (M.Ö. 470–399), "kendini tanı" sözleriyle insanları kendilerini sorgulamaya teşvik ederken, şehrin tanrılarına inanmamak, onların yerine başka tanrılar koymak ve böylece gençliği zehirlemekle suçlanarak ölüme mahkûm edilmiştir. İdam edilmeden önce vedalaşmak için yanına gelen eşi, "Ah, bu kötü adamlar seni haksız yere öldürecekler" diyerek ağlarken, Sokrates ise karısına "Evet, haksız yere öldürecekler, haklı yere öldürseler daha mı iyiydi?" diyerek cevap verecektir. Zakkumdan yapılan zehirli içecekle idam edilir. Hypatia (370–415), bilime yaptığı katkılarla o döneme ışık olmuştur. Hatta Kopernik’in güneş merkezli evren modelini ortaya koyarken Hypatia’nın varsayımlarından ilham aldığı söylenmektedir. Doğayı mantık, matematik ve deney ile açıklamaya çalışmıştır. İskenderiye piskoposu Cyril tarafından şeytan veya cadı ilan edilmiş ve halk Hypatia’ya karşı kışkırtılmıştır. Savunmasız bir halde okulun kapısında yakalanıp, taşlanıp, işkence ve linç edilerek öldürülmüştür. Roger Bacon (1220-1292), öğretmeni Robert Grosseteste ile birlikte modern bilimsel yöntemin en eski Avrupalı savunucularından biri olarak kabul edilir. Bacon, İbni Sina'nın eserlerinden etkilenmiş ve onu Aristoteles'ten sonraki en büyük filozof olarak görmüştür. Büyük Eser (Opus Majus) adlı çalışması, Bacon'ın bilimsel yöntem ve deneysel bilim konusundaki düşüncelerini içerir ve bu alanda öncü bir savunucusu olarak kabul edilir. Bacon, denizaltı, uçak ve otomobilin icadını öngören bir vizyoner olarak da tanımlanır.  Bacon'a göre, kürekçiler olmadan seyir makineleri mümkündür ve böylece tek bir kişi tarafından yönlendirilen büyük gemiler, insanlarla dolu olduklarından daha hızlı bir şekilde taşınabilir. Benzer şekilde, arabalar, bir çeki hayvanı olmadan yapılabilir ve uçan makineler de mümkündür; böylece bir kişi ortada oturabilir ve yapay kanatların uçan bir kuş gibi havayı dövebileceği bir cihazı kullanabilir. Roger Bacon'un anlayışına göre, gerçeğin önünde engeller bulunmaktadır ve bu engellerin cehaletin nedenleri olduğunu savunur. Bu engelleri otoriteye bağlılık, skolastik gelenek (skolastik gelenek bilgiyi dogmalara uydurmaya çalışır. Bunun yerine dogmatik düşüncelerin ötesine geçerek, bilgiyi kişisel deneyim ve gözlemlerle doğrulanmalıdır.), eğitim yetersizliği ve insanların cahilliklerini gizleme tutumları olarak sıralar. Bacon, ayrıca otoriteye bağlılık ve aşırı güvenin bilimsel bilgi için büyük bir tehlike olduğunu savunur. Ampirizm yoluyla doğanın incelenmesine büyük önem veren bir ortaçağ İngiliz filozofu Bacon, deneysel bilimin yolunda çaba harcamış ve çağdaş bilimin deneysel yaklaşımının tarihsel bakımdan erken olgunlaşmış bir temsilcisi olarak kabul edilir.  Özgür fikirleri yüzünden otorite ve din adamlarıyla sürekli tartışmalar yaşayan Bacon, bu nedenle 14 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Nikolas Kopernik (1473-1543), Güneş Sistemi'nin tanımını yaptığı; gezegenlerin güneşin merkezde olduğu sabit yörüngeler üzerinde hareket ettiğini kabul eden günmerkezlilik yasayını ortaya koyduğu "De revolutionibus orbium coelestium" (Göksel kürelerin devinimleri üzerine) adlı eserini 1530 yılında tamamlamasına rağmen, ancak bu eserini, çevresindekilerin yoğun baskısı üzerine ömrünün sonlarına doğru yayınlayabilmiştir. Michael Servetus (1511-1553), bilimsel çalışmaları ve teolojik görüşleri nedeniyle diri diri yakılmış. Giordano Bruno (1548-1600),  Aristoteles'in kapalı evren anlayışını reddeden ve Kopernik'in heliosentrik (güneş merkezli) teorisini destekleyen ilk filozoflardan biriydi. Evrenin sonsuz ve eş dağılımlı (homojen) olduğunu ve evrende, dünyanın dışında birçok gezegenin var olduğunu ileri sürerek, dönemin bilimsel ve dini görüşlerine meydan okudu. Bu görüşleri nedeniyle 1600 yılında Roma Katolik Kilisesi'nin Engizisyon mahkemesinde yargılanıp sapkınlıkla (kafirlikle) suçlandı. Tövbe etmesi için yapılan işkencelere karşın, görüşlerinden taviz vermedi ve ölüme mahkum edildi. "Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar." diyen Giordano Bruno, kendisine ölüm kararını bildiren yargıca, "Ölümümü bildirirken benden daha çok korkuyorsunuz." diyerek cevap vermiştir. Bruno, evrenin sonsuzluğu ile birliği ilkesini benimseyerek Orta Çağ felsefesindeki gök ile yer ayrılığını reddeder. Bruno, Tanrı ile evrenin aynı gerçekliğin iki farklı yönü olduğuna ve aynı gerçekliğin iki sonsuz görünümü olduğunu kabul eder. Ona göre, her şey Tanrı'nın gücünün yansımasıdır. "Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım." Kendi ifadesiyle, bilim ve cehalet arasındaki savaşta her zaman aydınlığın tarafında yer aldı ve bu yolda karşılaştığı zorluklara rağmen düşüncelerini açıkça ifade etmekten çekinmedi. Roma'da konuşamaması için yüzüne demir maske geçirilerek diri diri yakılarak idam edilmiştir. 1609 yılında kendi teleskopunu yaparak Venüs'ün evrelerinin teleskopik kanıtı, Jüpiter'in en büyük dört uydusunun keşfederek gökbilimde devrim yaratan, gözlemsel astronominin babası Galileo Galilei (1564-1642), dini kaynaklarda dünya merkezli evren modelinin kabul edildiği sebebiyle "İki Ana Dünya Sistemi Üzerine Diyalog" kitabında güneş merkezli evren modelini savunduğu için Engizisyon tarafından yargılanarak "dinsiz" (kafir) ilan edilerek itibarı zedelendi. Hem yazdıklarından caymaya zorlanarak tövbe etmeye hem de hayatının geri kalanını ev hapsinde geçirmeye mahkum edilen Galileo'nun, mahkeme kararını duyduktan sonra "Yine de dönüyor" dediği söylenir, bu sözler bilimin inanç karşısındaki direncini simgeleyen ünlü bir ifade haline gelmiştir. Fransız Bilim Akademisi tarafından altın madalya ile ödüllendirilen kimyager Antoine-Laurent de Lavoisier (1743-1794), kimya biliminin temellerini atan ve modern kimyanın babası olarak kabul edilir. Oksijenin yanma, solunum ve asit oluşumundaki kritik rolünü ortaya koyarak bilimsel dünyaya önemli katkılarda bulunmuştur. Ayrıca metrik sistemin oluşturulması gibi bilimsel çalışmalarının yanı sıra Fransa'nın bozuk vergi sistemini düzeltme çabalarında da yer almıştır. Ancak, Lavoisier'in bilimsel başarıları, Fransız Devrimi sırasında gölgede kalmış ve 1794 yılında, solunum üzerinde deneylerini yaparken, Devrim Mahkemesi tarafından vergi toplam konusunda yolsuzluk yapmakla suçlanarak, yargıcın "Cumhuriyet'in bilginlere ve kimyacılara ihtiyacı yoktur!" şeklindeki sözleriyle giyotinle idam edilmiştir.

Akıl tahtını terk edince, vahşet hükümran olmuş.

Aklın ışığı söndüğünde, vahşetin karanlığı insanlğın üzerine çökmüş. 

Vittorio Alfieri (1749-1803), "Akıldan başka her şey; çoğaldıkça değerinden kaybeder" derken, John Dewey (1859-1952) ise, "Uygarlığımızın geleceği bilimsel düşünme alışkanlığımızın gitgide yayılmasına ve derinleşmesine bağlıdır" demiştir. 

 

 

Andrea Vesalius (1514-1564), Orta Çağ'ın en tanınmış anatomisti olarak öne çıkmıştır. Vesalius, 1537 yılında Padova Üniversitesi'nde göreve başlamış ve burada gerçekleştirdiği detaylı anatomik diseksiyonlarla tanınmıştır. Bu çalışmalarının zirvesinde, 1543'te "De humani corporis fabrica libri septem (İnsan Bedeninin Yapısı Üzerine Yedi Kitap) " adlı eserini yayımlayarak, önceki anatomistlerin yapmış olduğu hataları düzeltmiş ve insan vücudunun daha doğru bir anlayışını sunmuştur. Özellikle, meslektaşlarının hayvan modellerinden uyarladıkları insan kalp ve dolaşım sistemiyle ilgili olarak, balinaların kan dolaşımında arteriyel kan ile venöz kanın karışmasını önlemek için kullanılan "rede mirabilis" adı verilen harika ağ mekanizmasının insanlarda bulunmadığını göstermiştir. 11 1539’da Padua Ceza Mahkemesi hakimi Marcantonio Contarini’nin yardımı sayesinde idam edilen suçluların cesetlerini temin etti. Contarin, infazları Vesalius’un çalışmalarına uygun olarak bazen geciktirmekteydi. Dolayısıyla Vesalius çok sayıda kadavra üzerinde çalışma imkânı buldu. Böylece tekrar tekrar karşılaştırmalı diseksiyonlar yaptı. Ve Galen’in bilgisinin güvenilir olmadığını kanıtladı. 1539’da Galen’e açıkça meydan okuyacak kadar kesin bulgular elde etti. Ve Galen’in çalışmalarının sonuçlarının bir maymuna ait olduğunu ispat etti. Galen’in 200’den fazla hatasını düzeltti. 71 



Vesalius, Fabrika (yapı) adlı eserinin ilk yayınında, kalbin interventriküler septumunda herhangi bir gözenek bulunmadığına dair bir atıfta bulunmamıştır. Ancak, Matteo Realdo Colombo'nun 1559 yılında bu septumda gözenek olmadığını öne sürmesinin ardından, Vesalius kalp anatomisi hakkındaki önceki yanılgılarını düzeltmiştir. Ayrıca, sol atriyum ile sol ventrikül arasındaki atrioventriküler kapakçığa 'mitral' ismini veren de Vesaliustur. Mitral kelimesi Latince'den gelir ve "gönye şeklinde" (piskopos şapkası) anlamına gelir. 11  

 

1559'da yayınladığı De re anatomica libri XV (Anatomi Üzerine On Beş Kitap) kitabında Matteo Realdo Colombo (1515-1559), Vesalius'un aksine, böbreklerin anatomik konumunu doğru bir şekilde açıklamış ve akciğer dolaşımını göstermiştir. Kanın, sağ ventrikülden pulmoner artere ve oradan akciğerlere taşındığını, burada inceldiğini; ardından, akciğerlerden hava ile birlikte pulmoner venle sol ventriküle geri döndüğünü belirtmiştir. Ayrıca, Servetus'un yaptığı gibi pulmoner arterin genişliğine dikkat çekmiştir. Önemli bir not olarak, Colombo, interventriküler septumda gözeneklerin varlığından hiç bahsetmemiştir. 11 

 

Tıp tarihinde, Colombo'nun Servetus ve İbn-i Nefis gibi isimlerden etkilenip etkilenmediği tartışmalı bir konudur. Servetus'un, kitabının taslağını 1546 yılında Padova'ya gönderdiği biliniyor. Ancak Colombo'nun bu taslağa erişip erişmediği veya İbn-i Nefis'in çalışmalarıyla doğrudan bir temasının olup olmadığı hala kesin olarak bilinmemektedir. 11  

 

Antonio di Paolo Benivieni (1443–1502) 'nin 1507'deki çalışmaları dışında, insanlardaki kalp ve diğer organlardaki hastalıklara yeterince dikkat eden çok az bilim insanı vardı. Colombo, kronik kalp yetmezliğinin neden olduğu sıvı birikimi (hidrotoraks), kalp kapaklarının iltihabı (bakteriyel endokardit), kalp krizi (miyokard enfarktüsü) ve kalp zarının iltihabı (kronik perikardit) gibi kalp problemlerini ilginç bir şekilde anlatmıştır. Bu tür araştırmalar, kalp hastalıklarının tanı ve tedavisinde büyük ilerlemeler sağlamıştır. 11 

 

João Rodrigues de Castelo Branco, genellikle Amatus Lusitanus (1511-1568) olarak bilinir ve kan dolaşımındaki kapakçıkların işlevini keşfettiği söylenerek, kan dolaşımının keşfi için kredilendirilir. 1551 yılında azygos damarında kapakçıkların varlığını tanımlamış, ancak bu yapıların anatomik önemine dair yanlış bir açıklama yapmıştır.  Hieronymus Fabricius ab Aquapendente (1533-1619) ise 1603'teki yılında yayımladığı "De venarum ostiolis (Toplardamar Kapakçıkları)" adlı eserinde, neredeyse tüm vücutlarda bu tür kapakçıkların varlığını, yapılarını ve anatomik özelliklerini detaylandırmış ve bunların kanın geri akışını engellemeye yardımcı olduğunu düşünmüştür. Ancak, Fabricius kanın geri akışına tam olarak karşı olmadığını, kanın bir kısmının damarlar aracılığıyla dokulara dağıtıldığını öne sürmüştür. 11 

 

 

 

 

12- William Harvey (1578-1657)'in Kan Dolaşımı Sistemi'ni keşfi: İnsanlığın 5100 Yıllık Araştırmasının Sonucu

 

1600

 

"Önceden var olan bilgiden kaynaklanmayan hiçbir bilim yoktur"- William Harvey 10

 

Padova Üniversitesi'nde Fabricius'un öğrencisiydi. Fabricius'un toplardamar kapakçıklarının keşfini dikkate alarak, Harvey bu kapakçıkların doğru işlevlerini, yani kanı içermelerini ve kan akışını yönlendirmelerini fark etti. Bu, 1628'de kan dolaşımını keşfetmesine dair bazı perspektifler sunar. Harvey, bu kapakçıkların tek yönlü olduğunu ve kanın kalbe doğru akmasına izin verirken, ters yöne akmasını engellediğini anladı. Bu anlayış, onun vücuttaki kanın sürekli bir döngü içinde hareket ettiği ve kalbin bu döngüyü pompalayarak sürdürdüğü sonucuna varmasına yardımcı oldu. Böylece, modern tıbbın temel taşlarından biri olan kan dolaşımı sisteminin keşfi gerçekleşti. 11 

 

Tıp tarihinde, William Harvey'nin dolaşım sistemini keşfetmesinden önce, Galen'in teorileri egemendi. Galen'e göre, kan, organlar tarafından kullanılıp tüketilen bir maddeydi ve vücutta dolaşımı olmayıp, karaciğer ve kalp tarafından sürekli olarak yeniden üretiliyordu.

 

 

William Harvey, seleflerinin yaklaşık 5100 yıl önce başlattığı ve kendi zamanına kadar devam eden araştırmaları, 1628 yılında Frankfurt'ta düzenlenen kitap fuarında yayımladığı "Canlılarda Kalp ve Kanın Hareketi Üzerine Anatomik Bir Egzersiz (Exercitatio Anatomica de Motu Cordis et Sanguinis in Animalibus)" adlı 72 sayfalık 68 eseriyle devrim niteliğinde bir sonuca ulaştırmıştır. Bu çalışması, insan dolaşım sisteminin işleyişini açıklamasıyla fizyoloji tarihinde dönüm noktası olmuştur. 66 Her bakımdan, fizyoloji 17. yüzyılda doğdu ve Harvey onun babalarından biriydi. Deneysel tıp onunla başladı. O bir devrimciydi. O, Galen'in 1500 yıl öncesine dayanan kalp ve dolaşım sistemi hakkındaki geleneksel inançlarını sorgulayan ilk bilim adamıydı. Harvey, çağında ve Orta Çağ boyunca yaygın olan Aristoteles ve Galen'e körü körüne güvenme eğilimini, tartışılamaz bir gerçek olarak kabul edilmesini reddetti. Bu yaklaşım, "ipse dixit" (Aristoteles veya Galen bunu söylediği için doğrudur) ilkesiyle özetleniyordu ve bu nedenle sorgulanamaz bir şekilde kabul ediliyordu. Ancak Harvey dogmalara, öğretilene sorgusuz sualsiz inanmayı reddetti ve kendi deneysel gözlemlerine dayanarak, Galen'in değil kendi akıl yürütmelerinin önemine inandı. Bu yaklaşım, günümüz için açık bir yaklaşım olsa da, 17. yüzyılda gerçekten devrim niteliğindeydi. Eleştirel düşünmeyi teşvik etmek ve fikirleri deneysel olarak test etmek, Harvey'in bilime en büyük katkısı olmuştur. 69 Harvey'in metodolojisi, bilimsel sorgulamanın ve kanıta dayalı tıbbın önemini vurgulamış ve gelecek nesillere bir model oluşturmuştur. Önceki araştırmacıların aksine, geçmişteki teorilere şüpheci bir yaklaşım sergileyen Harvey, öncekilerin hatalarını tekrarlamamıştır. Deneysel gözlemler, ölçümler, hipotezler ve mantıksal çıkarımlarla, kanın vücutta kapalı bir sistem içinde dolaştığını ve kalbin bu sistemin merkezi olduğunu kanıtlamıştır. 66
Bir buçuk milenyum boyunca tıbbi bilginin tek bir kişi tarafından kontrol ettiğini bilmek hem şaşırtıcı hem de ürkütücüdür. Galen'in teorileri, 17. yüzyıla kadar evrensel gerçekler olarak kabul edilip tüm üniversitelerde öğretilen, kanın sindirilmiş yiyecekten karaciğerde yapıldığını iddia ediyordu. Galen'e göre, kan sürekli olarak karaciğerden sızıyordu, bir çeşme gibi akıyordu ve sonra damarlar aracılığıyla doku dokuya gidiyor ve tüm dokuları besliyordu. (Dolayısıyla, Galen'e göre, kan damarlar boyunca merkezkaçla değil merkezcil olarak akıyordu. Yani, Galen'e göre, kan kalpten dışarıya doğru değil, dışarıdan kalbe doğru akıyordu.) Galen ayrıca dokuların ve organların tüm kanı emip kullandığını ve bu nedenle karaciğerin sürekli olarak kanı yenilemek zorunda olduğunu iddia etti; bu nedenle, dolaşım yani kanın geri dönüşü söz konusu değildi. Galen'e göre, sağ kalbin işlevi sadece akciğerleri beslemekti; o sadece farklı bir tür "damar"dı. Galen ayrıca, bazı venöz (toplardamarlardaki) kanın sağ ve sol ventrikül arasındaki septumun bir kısmından geçtiğini ve bunun "gözenekler" vasıtasıyla gerçekleştiğini iddia etti (bu gözenekler hiç görülmedi, ancak herkes 1500 yıl boyunca Galen'in söylediği için var olduklarını düşündü). Venöz kan sol ventriküle girdiğinde, Galen'e göre, "pneuma" adı verilen, akciğerlerdeki havadan solunarak alınan bir ruhani öz ile karışır. 69 Hipokratın Kos Okuluna göre akciğerler, sürekli kalp aktivitesi tarafından üretilen aşırı sıcağı soğutmak için göğüs kafesinde kalbi çevrelerdi. 11 Akciğerlerin işlevi, pneuma'yı getirmektir, bu da kanla karışır ve onu arteriyel hale getirir; kan daha sonra kalbin içindeki doğal ısısıyla ısınır ve bu karışım arterlere vücuda itilir. Tekrar belirtmek gerekirse, geri dönüş olmadığı için, kan karaciğerde sürekli olarak üretilmek zorundaydı. 69

21. yüzyılın özgür düşünürleri olarak, bu abartılı fikirlerin 1500 yıl boyunca sorgulanmamış olmasına şaşırıyoruz. Bu fikirleri deneysel olarak test etmek oldukça kolay olabilirdi, ancak orta çağın hakim düşünce tarzının ne kadar güçlü olduğunu düşününce, bu hayal dahi edilmedi. Bu eski Galenik efsaneler, Harvey'in De Motu Cordis adlı kitabında yıkıldı. Bu 72 sayfalık kısa monografi, kardiyovasküler bilim tarihinde yazılmış en önemli kitaplardan biridir ve ayrıca tıp tarihinin en önemli eserlerinden biridir. İnsanlık tarihini değiştirdi. William Harvey'nin 1628'de yayımladığı "De Motu Cordis" adlı eseri, tıp alanında devrim yaratan bir başka eser olan Andreas Vesalius'un 1543 yılında yayımladığı "De Humani Corporis Fabrica" adlı çalışmasına benzer bir etki yaratmıştır. Vesalius'un anatomide Galen'in 1400 yıllık egemenliğine son vermesi gibi, Harvey'nin çalışması da fizyoloji alanında 1500 yıl süren Galenizm'e son vermiştir. Bu iki bilim insanının çalışmaları, modern tıbbın temellerini atarken, bilimsel sorgulamanın ve gözlemlemenin önemini de vurgulamıştır. De Motu Cordis eserinde, deneysel ruhun etkisini açıkça görebilirsiniz. Bu, tıbbı farklı bir perspektifle ele almaya başlamanın, kendi duyularınızı, deneyiminizi ve aklınızı kullanmanın bir başlangıcıdır. Artık Galen veya Aristoteles'in sözlerine körü körüne güvenmek yerine, bilgiyi sorgulamaya ve deneylerle doğrulamaya dayalı bir yaklaşım benimsenmiştir. O dönemde Latince, bilginin yayılmasında ve paylaşılmasında ana dil olarak kullanılmaktaydı. Harvey, Galen'in teorilerine karşı çıktığı bulgularını, yaşadığı ülkede herhangi bir sorunla karşılaşmamak için yurtdışında yayınlama kararı almıştır. Bu amaçla, eserini daha geniş bir kitleye ulaştırabilmek ve bilimsel fikirlerini daha özgür bir şekilde ifade edebilmek için Frankfurt, Almanya'da düzenlenen kitap fuarında yayımlamıştır. Harvey'in bu stratejik hamlesi, çalışmalarının daha fazla bilim insanı tarafından incelenmesine ve tıp alanında yeni tartışmaların başlamasına olanak tanımıştır. 69

Kitabın ilk bölümünde, Harvey kalbin nasıl hareket ettiğini inceledi. Kalbin dolması sırasında pasif olduğunu ve kasılıp kanı pompalarken aktif hale geldiğini gösterdi. Ardından, atardamarların genişlemesinin (nabzın) kalbin kasılması ve kalpten itilen kanın gücüyle eşzamanlı olduğunu ve bu genişlemenin kalbin kasılmasıyla aynı anda gerçekleştiğini belirtti. Bu, bugün bizim için oldukça açık bir gerçek gibi görünse de, 1500 yıl boyunca nabzın atardamarların aktif genişlemesi sonucunda meydana geldiği veya Yunanlılara göre, Galen'in arteriyel kan içinde bulunduğunu iddia ettiği pneumanın genişlemesi sonucunda meydana geldiği düşünülüyordu. Bu nedenle, Harvey'in gözlemleri, o dönemde bir çığır açıcıydı. Harvey ayrıca hayvanlar üzerinde (özellikle kalp atış hızının çok yavaş olduğu sürüngenler gibi) diseksiyonlar yaptı. Atriumların "uyuyan bir kalbi uyandırdığını" gösterdi. Ayrıca, pulmoner ve aortik kapakların sırasıyla sağ ve sol ventrikülden kanın geri dönmesini önlediğini, mitral ve triküspit kapakların ise kanın atriuma geri dönmesini engellediğini belirtti. Harvey'in keşifleri, hayvanlar üzerinde yapılan kesme ve inceleme işlemleri ile fenomenlerin tanımlanmasına dayalıydı; bu çalışmalar, somut deneylere dayanmıyordu. Günümüzde, bu tür araştırmalara "tanımlayıcı çalışmalar" adını veriyoruz. Harvey, bulgularını günümüzün en saygın bilimsel dergilerinesunmuş olsaydı, büyük ihtimalle çeşitli zorluklarla karşılaşırdı. 69
 
 

Harvey, sorunun ikinci kısmını ele aldığında, kanın kalpten dokulara nasıl gittiğini ve sonra nasıl geri döndüğünü anlayabilmek için deneyler yapmaya başladı. İlk kez ölçümler yani nicel kanıtlar kullanarak bu sorunun ikinci kısmını ele aldı. Fizyolojide nicel kanıtların kullanımını başlatması, tıbba yaptığı temel katkılardan biriydi. Fizyoloji çalışmalarında ölçüm kullanımı ilk defa onunla başlamıştır. Kendine şu soruyu sordu:

 

"Eğer Galen doğruysa ve kan sürekli olarak karaciğer tarafından yiyecekten üretiliyorsa, karaciğer ne kadar kan üretmek zorunda?"

 

Bu kadar açık bir sorunun 1500 yıl boyunca hiç kimsenin sormamış olması şaşırtıcıdır. Kalbin sadece bir makine veya mistik bir ruh merkezi olmadığını, aynı zamanda bir mekanik bir pompa olarak incelenmesi gerektiğini savunarak, kanın pompalandığını ve vücudun farklı bölgelerine taşındığını, akciğerlere geri döndüğünü ve ana dolaşıma yeniden katıldığını iddia eden Harvey, kralın kişisel hekimi olarak ayrıcalıklı bir konumda olduğu için, kralın geyiklerini inceleme izni aldı. Hayvanların kalplerine bakarak, her kalp atışında kalpten yaklaşık 57 gram (2 ons) kan pompaladığını tahmin etti (bu oldukça iyi bir tahmindir). Kalbin ortalama dakikada 72 kez attığını hesaba katarak, saatte yaklaşık 245 kilogram (540 pound) kanın pompalanması gerektiğini hesapladı. Günde ise 5.89 ton. Açıkça, karaciğerin bir saat içinde bu kadar çok kan üretmesi imkansızdı. Bu hesaplamalar, Harvey'in 1500 yıllık Galenik fikrini, kanın sürekli olarak karaciğerde üretildiği iddiasını çürütmesine yol açtı. 69

 

57 gr * 72 dk ≈ 4.10 Kg/dk.   
4.10 Kg/dk. * 60 dk. ≈  245 Kg/Saat 
24 saat * 245 Kg/Saat ≈ 5.88 Ton/Gün 69
 
İnsan, mevcut ağırlığının çok üzerinde kan üretilebilir miydi? Üstelik bu tüketilen kanın karşılığı kadar yemek yemezken.

Bütün bu kan nereden geliyor olabilir? 67 Cevap, her zaman geri dönen aynı kandı.

Ayrıca, Harvey, kanın damarlarda merkezcil, yani kalbe doğru aktığını gösterdi. Bu, şimdi bizim için çok açık bir bilgi olarak görünse de, insanın Galen'in dediği gibi, damarlardaki kanın kalpten uzaklaşmadan önce kalbe doğru aktığı gerçeğini 1500 yıl boyunca anlamadığına şaşmamak mümkün değil. 69 Harvey'in hocası Fabricius, damarlardaki kapakçıkların varlığını tanımlamış, ancak bunların işlevini anlamamıştı. 67 Harvey, koluna bir turnike yerleştirerek ve parmağıyla damarları boşaltmaya çalışarak basit bir deney yaptı. Damarların her zaman kolun uç kısmından omuza doğru, yani tersi yönde değil, dolduğunu fark etti. Boyun bölgesinde yaptığı benzer bir deneyde, kanın göğüsten başa değil, baştan göğse doğru aktığını gözlemledi. Böylece, damarlardaki kanın her zaman kalbe doğru aktığı sonucuna vardı. 69 Ayrıca, kalpteki tek yönlü kapakçıklar, damarlardaki gibi, pulmoner dolaşımı takiben kanın atardamarlar yoluyla vücudun her yerine gittiğini ve toplardamarlar yoluyla geri döndüğünü gösterir. Kan böylece tam bir kapalı devre yapar. Harvey'in ifade ettiği gibi, "Bir daire içinde olduğu gibi bir hareket olmalı." Bununla birlikte, dolaşımda Harvey'in göremediği bir aşama vardı - toplar damarların ve atar amarların küçük kılcal damarlara (kendilerini minik kapiller damarlar halinde) bölünerek kendilerini kaybettiği aşama. 1660 yılında, Harvey'in ölümünden üç yıl sonra, Marcello Malpighi (1628-1694) canlı varlıkları incelemek için deneysel yöntemler geliştirerek mikroskopik anatomiyi kurdu. Bir kurbağanın akciğerlerindeki kapiller damarlarda kanın hareket ettiğini gördü ve böylece Harvey'in kan dolaşımı konusundaki kanıtını tamamladı. 67
 
 
Harvey'nin kalp ve dolaşım sistemi hakkındaki devrim niteliğindeki çalışmalarını anlatan "De Motu Cordis" adlı eserinden alınan bir resimde, kol toplar damarlarında kanın nasıl aktığını gösteren bir deney anlatılıyor. O zamanlar, toplar damarlardaki kanın vücuttan kalbe doğru değil, kalpten uzaklaşarak aktığına inanılıyordu. Ancak Harvey, tarım işçilerinin geniş damarlarını inceleyerek yaptığı deneylerle, toplar damarlardaki kanın aslında kalbe doğru aktığını keşfetti. Resimde ayrıca, kol toplar damarlarındaki küçük kapakçıkların kanın sadece kalbe doğru akmasına izin verdiğini, ancak ters yönde akışını engellediğini gösteriyor. 69
 
Böylelikle Harvey, beyne ve vücudun geri kalanına pompalanan kanın sistemik dolaşımını ayrıntılı olarak tanımlayabilen ilk doktor olmuştur. Bu çalışmasıyla 1500 yıllık Galen'in egemenliğine son vermiştir. Harvey'in çalışmaları, tıp biliminin yanı sıra, bilimsel düşünce ve araştırma yöntemlerinin gelişimine de katkıda bulunmuştur. Ancak çağdaşlarının ağır eleştirileri nedeniyle, doktorluk mesleğinde sıkıntıya düşse de kariyerinde ilerlemeye devam etmiştir. 66,67,68 

 

 

Konunun başında da belirtildiği üzere, 1850'li yıllarda tıp alanında, doktorların tanı ve tedavi yöntemleri oldukça sınırlıydı. O dönemde doktorlar, ellerinden ilkel bir steteskopla hastalarını muayene ederken temel olarak gözlem yeteneklerine, ellerine, burunlarına ve kulaklarına güveniyorlardı. Solgunluk, siyanoz veya çırpınan bir titreme gibi belirtileri görebiliyorlardı, ancak bu belirtilerin ne anlama geldiğini anlamıyorlardı. Göğüs hareketlerini hissedebiliyor ve zarif vurmalı parmaklarıyla farklı tonlara dokunabiliyordu ama içeride neler olup bittiği hakkında hiçbir fikirleri yoktu. 1

 

Sonrasında bilimsel keşif çağı başladı. Tıp ve sağlık alanında devrim yaratan üç önemli gelişme gerçekleşti. Louis Pasteur (1822-1895), mikropların hastalıklara neden olduğu teorisini geliştirdi ve mikroskopi kullanarak hastalıkları açıkladı. Wilhelm Conrad Röntgen (1845-1923), X-ışınlarını keşfetti ve bu buluş, tıbbi teşhis ve tedavide yeni bir dönem başlattı. Edwin Chadwick (1800-1890), enfeksiyonların kötü yaşam koşullarından kaynaklandığını savunarak, halk sağlığı yasalarının reformunu teşvik etti. Ignaz Semmelweis (1818-1865), doğum sonrası ateşin temiz ellerle önlenebileceğini kanıtladı ve hijyenin önemini vurguladı. John Snow (1813-1858), kolera salgınlarının su kaynaklarıyla ilişkisini haritalayarak modern epidemiyolojinin temellerini attı. Joseph Lister (1827-1912), cerrahi antiseptikler kullanarak enfeksiyon kontrolünde çığır açtı. John Hutchinson (1811-1861), akciğer kapasitesini ölçen spirometreyi geliştirerek, solunum fonksiyon testlerinin öncüsü oldu. Bu gelişmeler, modern tıbbın ve halk sağlığının temelini oluşturdu. 1

 

Akciğer fonksiyon testleri yavaş gelişti ve Hutchison'ın akciğer hacimlerinden Tiffeneau'nun akış hızlarına geçiş 100 yıl sürdü. Bunu, 1950'lerde gaz değişimini anlamak için büyük bir akademik çaba izledi ve karbon monoksit transferini ve vücut pletismografisini (Damar Hacmi Değişim Testi) klinik olarak kullanışlı hale getirme girişimleri oldu. Ancak, daha önemlisi kan gazı ölçümleriydi. Günümüzde, peak akım ölçerlere göre bazı faydaları olsa da, basit oksimetreler akciğer tıbbının vazgeçilmez bir aracı haline gelmiştir. 1

 

Endoskopi, 1849'daki ilk larinksoskopiden 1904'teki rijit bronkoskopiye kadar yavaşça gelişti. Başlangıçta hiç anestezi olmadan veya daha az dayanıklılar için kokain spreyi ile yapıldı. Ancak 1970'lerde Japon lif optiği ile her şey değişti; 1980'e gelindiğinde, tanısal bronkoskopi artık cerrahlar tarafından değil, hekimler tarafından gerçekleştiriliyordu. 1

 

Etkin ilaç tedaviler ise 1930'lu yıllardan sonra ortaya çıkmaya başladı. Mantarlar yüzyıllardır enfeksiyonları tedavi etmek için kullanılmıştı, ancak Fleming'in 1928'de penisilini araştırması; Florey ve Pfizer, 1942'de üretim aşamasına geçmesinde önemli rol oynamıştır. Ardından streptomisin (1944), tetrasiklin (1945), kloramfenikol (1947), eritromisin (1949), izoniazid (1952) ve rifampisin (1957) geldi. Bu ilaçlar sayesinde, doktorlar enfeksiyonları sadece izlemekle kalmayıp, etkin bir şekilde tedavi edebilme imkanına kavuşmuşlardır. Bu dönem, tıp alanında çalışanlar için heyecan verici bir çağ olmalıydı. 1

 

Kısa bir süre sonra, kortizonun mucizesi gerçekleşti. 1949'da romatoid artrit hastaları, yataklarından kalkıp yürümeye başladılar ve bu mucize ilaç tüm bilinen hastalıkları tedavi etmeye başladı. Daha sonra ilacın faydaları ve yan etkileri hızla anlaşıldı. Kontrollü deneyler daha uzun süre alır. Astım atağına karşı tedavi olumlu sonuçlar verdi ve inhalasyonla kullanılan kortikosteroidlerle uzun vadeli kontrol sağlandı. 1

 

İlk güçlü nebülizör, 1858'de Jean Sales-Girons (1808-1879) tarafından Fransa'da icat edildi. Cihazın geliştirme süreci, 1960'lardan sonra etkili bir tedavi yönetimi olmasını sağladı. Ancak 1980'lerden sonra, non-invaziv pozitif basınçlı ventilasyon yaygınlaşmış ve o zamandan beri cihazlar sürekli olarak geliştirilmektedir. Bu gelişmeler, 100 yıl önce hayatını kaybedecek olan yüz binlerce kişiyi hayatta tutmuştur. Bu bağlamda, oksijen teslim cihazları da önemli bir rol oynamaktadır; tüpler, sıvı oksijen depoları ve büyük boyutlu konsantratörler, hafif ve taşınabilir versiyonlarla değiştirilmiştir, bu cihazlar genellikle 2 kg'dan daha az ağırlıktadır. 1

 

Tıp tarihi, küçük adımlarla doludur ve her biri, bugün sahip olduğumuz tıbbi bilgi ve uygulamaların temelini oluşturmuştur. Örneğin, 1904'te endotrakeal entübasyon (cerrahi borunun ağızdan veya burundan solunum yoluna yerleştirilmesi) ve 1847'de kloroform gibi anestezik gazların keşfi, cerrahi müdahalelerin güvenliğini ve etkinliğini artırmıştır. Antisepsis yöntemleri ve 1870'lerde geliştirilen kan grupları ve güvenli kan transfüzyonu, enfeksiyon kontrolünde devrim yaratmıştır. Antibiyotiklerin 1940'larda keşfi ise, enfeksiyon hastalıklarının tedavisinde yeni bir çağ açmıştır. Tüm bu ilerlemeler, cesur öncüler sayesinde mümkün olmuştur 1

 

Her yeni cerrahi operasyon, öncekilerin deneyimleri üzerine inşa edilmiştir. Örneğin, yapay pnömotoraks (1830'lar) thorakoplasti (1880'lar) ve plombaj (1920'ler) gibi tedavilere yol açmıştır. Pnömonektomi sonrası ilk hayatta kalma vakası 1931'de gerçekleşmiş, ancak sonraki 16 hasta hayatını kaybetmiştir. Zamanla, tüberküloz cerrahisi, 1950'lerde akciğer kanseri rezeksiyonuna dönüşmüştür. 1850'den itibaren plevral sıvının drenajı rutin hale gelmiş, Axel Munthe 1929'da "The Story of San Michele" adlı eserinde bir ev ziyareti sırasında bir pet maymunun empiyemini nasıl boşalttığını anlatmıştır. Torakoskopi 1910'da başlamış ve 1970'lerde fiber optiklerle ilerlemiştir. Günümüzde, video yardımlı torakoskopik cerrahi, plevral hastalıkların incelenmesi, akciğer biyopsisi, pnömotoraks tedavisi ve basit rezeksiyonlar için kullanılmaktadır. Akciğer nakli, 1970'lerde başarılı operasyonlarla son evre akciğer hastalığı için yeni ve harika umutlar sunmuş ve şimdi rutin hale gelmiştir, ancak donör organların kıtlığı ile sınırlıdır. 1

 

Torasik cerrahi, kalp cerrahisine öncülük etmiş ve 1960'larda akciğer cerrahisinin geride kalma tehlikesi ortaya çıkmıştır. Ancak, 1970'lerde akciğer cerrahisi ayrı bir alan olarak gelişmiş ve gelişmeye devam etmiştir. Teknik değişiklikler kadar, organizasyonel değişiklikler de önemlidir. 1

 

 

Bölüm 2 - Pulmoner Arteriyel Hipertansiyonun Tarihçesi (1891- )

1- PAH nedir?

 PAH ÖZET

 

 


  

Kaynakça :  

  1. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC7102619/
  2. https://www.news-medical.net/health/Pneumonia-History.aspx
  3. Hakan Salcı - Köpeklerde pnömonektomi sonrası farklı bronş kapatma tekniklerinin karşılaştırılması - 2006
  4. https://en.wikipedia.org/wiki/Stethoscope
  5. https://err.ersjournals.com/content/30/162/210081
  6. https://en.wikipedia.org/wiki/Circulatory_system
  7. https://kupdf.net/download/bergamal-305-lokman-hekim-galenos-1-pdf_58adf9106454a74220b1e954_pdf
  8. https://en.wikipedia.org/wiki/Erasistratus
  9. http://www.aldur.net/didaktik_0001.html#:~:text=Herofilus%20ve%20Erasistratus%20%C4%B0skenderiye%20T%C4%B1p,diseksiyonlar%20%5Bvivisection%5D%20yapt%C4%B1klar%C4%B1%20bildirilmektedir.
  10. https://www.jthjournal.org/article/S1538-7836(22)05517-9/fulltext
  11. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC4290745/#B01
  12. https://www.newworldencyclopedia.org/entry/Ebers_Papyrus
  13. https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/19203075/
  14. https://www.amusingplanet.com/2019/02/edwin-smith-papyrus-3600-year-old.html
  15. https://en.wikipedia.org/wiki/Ebers_Papyrus
  16. https://www.britannica.com/biography/Imhotep
  17. https://en.wikipedia.org/wiki/Eye_of_Horus
  18. Ankara Üniversitesi Açık Ders Malzemeleri - Mısır Dönemi Tıp ve Eczacılık Uygulamaları-2
  19. https://www.researchgate.net/publication/358952166_Ancient_Egyptian_Medicine
  20. https://www.worldhistory.org/egypt/
  21. https://en.wikipedia.org/wiki/Kemet
  22. https://www.pastmedicalhistory.co.uk/imhotep-the-first-physician/
  23. http://snst-hu.lzu.edu.cn/zhangyi/ndata/Chemistry_%28etymology%29.html
  24. https://en.wikipedia.org/wiki/Hippocrates
  25. https://en.wikipedia.org/wiki/Humorism
  26. 14 Mart Tıp Bayramı - Doç. Dr. Tuğrul TİRYAKİ - Türkiye Çocuk Hastalıkları Dergisi - Cilt 2 Sayı 3 2008
  27. https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/11630937/
  28. Tavşanlarda Preoperatif Kemoterapi ve Beta Glukanın Bronş Anastomozuna Etkisi (Deneysel Çalışma) - Dr. Bayram ALTUNTAŞ’ın Uzmanlık Tezi - 2008
  29. https://historytimelines.co/timeline/heart-valves
  30. https://en.wikipedia.org/wiki/Library_of_Alexandria
  31. https://en.wikipedia.org/wiki/Herophilos
  32. https://www.britannica.com/biography/Erasistratus-of-Ceos
  33. https://en.wikipedia.org/wiki/Aulus_Cornelius_Celsus
  34. https://www.britannica.com/biography/Aulus-Cornelius-Celsus
  35. https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/54729/873.pdf?sequence=1&isAllowed=y
  36. https://en.wikipedia.org/wiki/Galen
  37. https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S1538783622055179
  38. https://www.milliyet.com.tr/cumartesi/gladyatorlerin-doktoru-galen-156674
  39. https://www.britannica.com/biography/al-Razi#ref121520
  40. https://en.wikipedia.org/wiki/Abu_Bakr_al-Razi
  41. https://en.wikipedia.org/wiki/Freethought
  42. https://www.researchgate.net/publication/266946935_Development_of_Anatomophysiologic_Knowledge_Regarding_the_Cardiovascular_System_From_Egyptians_to_Harvey
  43. https://www.theguardian.com/commentisfree/belief/2010/may/10/islam-freedom-expression
  44. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC6074295/#:~:text=Al%20Razi%20is%20considered%20the%20%E2%80%9Coriginal%20portrayer%E2%80%9D%20of%20smallpox.&text=While%20serving%20as%20the%20Chief,than%20dozen%20times%20into%20Latin.
  45. https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/18976043/#:~:text=Abu%20Bakr%20Mohammad%20Ibn%20Zakariya,plants%2C%20organic%2C%20and%20inorganic.
  46. https://en.wikipedia.org/wiki/Avicenna
  47. https://www.ahmetagirakca.com.tr/uploads/default/articles/5-Osmanli_Tibbinin_Kaynaklari_ve_Osmanli_Tibbina_Giris.pdf
  48. https://www.drozdogan.com/ibn-i-sina-1025-simdiye-kadar-yazilmis-en-unlu-tip-ders-kitabinin-yazari/
  49. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC6077049/
  50. https://www.aa.com.tr/tr/portre/modern-tibbin-temel-taslarini-doseyen-bilim-insani-ibn-i-sina/2968566
  51. https://www.britannica.com/biography/Avicenna
  52. https://en.wikipedia.org/wiki/The_Canon_of_Medicine
  53. https://www.egitisim.gen.tr/ibn-i-sina-nin-ahlak-anlayisi/
  54. https://www.bakkah.net/en/the-reality-of-ibn-sina-avicenna-famous-scientist-and-philosopher.htm
  55. https://unesdoc.unesco.org/ark:/48223/pf0000074765
  56. https://en.wikiquote.org/wiki/Al-Ma%CA%BFarri
  57. https://tvst.arvojournals.org/article.aspx?articleid=2772276
  58. https://www.reviewofreligions.org/41124/qarshi-ibn-al-nafis-1210-1288-muslim-physician-the-father-of-circulatory-physiology/
  59. https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0bn%C3%BC%27n-Nef%C3%AEs
  60. https://en.wikipedia.org/wiki/Ibn_al-Nafis
  61. https://www.researchgate.net/publication/263165055_Ibni_Sina_Avicenna
  62. https://thoracickey.com/brief-history-of-the-cardiovascular-system/
  63. https://en.wikipedia.org/wiki/Leonardo_da_Vinci
  64. https://www.britannica.com/biography/Leonardo-da-Vinci/Anatomical-studies-and-drawings
  65. https://en.wikipedia.org/wiki/Michael_Servetus
  66. https://en.wikipedia.org/wiki/William_Harvey
  67. https://en.wikipedia.org/wiki/Exercitatio_Anatomica_de_Motu_Cordis_et_Sanguinis_in_Animalibus
  68. https://books.google.com.tr/books?id=oDdR_nOBLUIC&hl=tr&pg=PA2#v=onepage&q&f=false
  69. https://www.ahajournals.org/doi/10.1161/CIRCRESAHA.119.314977
  70. Geçmişten Bugüne Türkiye’de Göğüs Hastalıkları Hekimliğinin Gelişimi - Giriş - Mahmut Gürgan - Giriş - TTD 2012
  71. https://tr.wikipedia.org/wiki/Andreas_Vesalius
  72. https://en.wikipedia.org/wiki/Nail_clubbing

 

 


Yazan: Kamil Hamidullah

Oluşturma Tarihi: Kamil Hamidullah / Ekim 2018
Son güncelleme: Kamil Hamidullah / Mart 
2024


 

Eskişehir Web Tasarım