Emil Theodor Kocher (1841-1917)
19. yüzyılın sonlarında fizyologlar henüz tiroid bezinin işlevlerini tam olarak çözememişti. Bu nedenle, işlevsiz bir organ olarak görülen tiroid, her iki lobunu etkileyen hastalıklarda tamamen çıkarılabilecek zararsız bir doku olarak kabul ediliyor ve cerrahi müdahale güvenli bir çözüm sayılıyordu.
"Total Tiroidektomi" adı verilen tiroidin tamamen çıkarıldığı ameliyatlar genellikle şu durumlarda yapılıyordu:
Henüz Tiroid'in işlevi çözülememişti. Tiroid ameliyatları son derece riskliydi ve 1872’de bu operasyonların ölüm oranı %75’e kadar çıkıyordu! Fransa’da bu ameliyatlar, tehlikeli olduğu gerekçesiyle tamamen yasaklanmıştı.
Özellikle Alp bölgesi gibi iyot eksikliğinin yaygın olduğu yerlerde, halk arasında guatr vakaları çok sık görülüyordu. Bu yüzden tiroid ameliyatları daha da yaygınlaştı.
Tiroid ameliyatları oldukça riskliydi; 1872’de bu ameliyatların ölüm oranı %75’e kadar çıkıyordu. Hatta Fransız Tıp Derneği, 1850 yılında bu bu riskli ameliyatı tamamen yasakladı.
Theodor Kocher, geliştirdiği cerrahi tekniklerle bu oranı %18’e kadar düşürerek büyük bir ilerleme sağladı.
O dönemde hasta takibi bugünkü gibi düzenli ve sistematik değildi. Tedaviden sonra hastalar taburcu edilir, uzun vadeli izleme alınmazdı. Bu nedenle cerrahlar, uyguladıkları tedavilerin yalnızca kısa vadeli etkilerini gözlemleyebiliyor, uzun vadeli sonuçlar hakkında yeterli bilgiye sahip olamıyordu.
Ameliyat sonrası sağ kalım oranı arttıkça, tiroidin tamamen çıkarılmasının ciddi sonuçları olduğu fark edildi. Tiroid hormonu eksikliği nedeniyle bazı hastalarda kretinizm (zeka geriliği ve büyüme bozukluğu) gelişti. Kocher, bu tabloyu “cachexia strumipriva” (kaşeksi strumipriva; tiroidin alınmasına bağlı kaşeksi, yani miksödem) olarak tanımladı.
Bu durumu ilk fark eden, İsviçreli pratisyen hekim August Fetscherin (1849-1882) oldu ve 1874 yılında Kocher’e bildirdi.
Miksödemin, tiroidin tamamen çıkarılmasının bağımsız bir hastalık olarak değerlendirilmesi gerektiği tartışmaları devam ederken, "Deri Greftinin (Naklinin) Babası" olarak bilinen İsviçreli cerrah Jacques Louis Reverdin (1842-1929), 7 Eylül 1882’de Cenevre’de düzenlenen Uluslararası Hijyen Kongresi’nde Theodor Kocher ile bir araya gelerek, tiroid eksikliğinin yol açabileceği olası zararlar konusundaki endişelerini dile getirdi.
Bu uyarının ardından Kocher, daha önce total tiroidektomi uyguladığı 102 hastasını tek tek taradı ve 77’siyle temas kurarak, tiroidi tamamen çıkarılan hastalarda belirgin fiziksel ve zihinsel çöküş (kretinizm) belirtileri gözlemledi.
Reverdin, Nisan 1883’te Revue médicale de la Suisse romande dergisinde yayımladığı yazısında, tiroid ameliyatları sonrası ortaya çıkan ciddi sağlık sorunlarına dikkat çekerek şunları dile getirdi:
“Kocher’in raporunu beklememize gerek yok, hatta beklemek istemiyoruz. Bulgularımız onunkiyle örtüşüyorsa bu, çalışmasını daha da güçlendirir; eğer farklıysa, bu da bilimsel bir tartışmanın önünü açar. Kocher’in çalışması bizden önce yayımlansa bile, biz kendi verilerimizin bağımsız biçimde değerlendirileceği kanaatindeyiz.”
Reverdin’in bu çıkışı, sadece verileri tartışmaya açmakla kalmadı; ameliyat sonrası zarar gören hastaların sesi oldu ve bu sorumluluk duygusu, cerrahi yöntemlerin yeniden gözden geçirilip daha güvenli hale getirilmesi için itici güç yarattı.
Kocher’in çalışması da aynı ay içinde yetişti. Yayımladığı “Ueber Kropfexstirpation und ihre Folgen” (Guatrın Cerrahi Olarak Çıkarılması ve Sonuçları Üzerine) başlıklı makalesinde, total tiroidektomi sonrası gelişen “cachexia strumipriva”yı ayrıntılı biçimde tanımladı. Bu durumda hastalarda gözlemlenen başlıca bulgular şunlardı:
Kocher, makalesinde paylaştığı çarpıcı bir fotoğrafla, total tiroidektominin etkilerini gözler önüne serdi.
İki kız kardeşin karşılaştırıldığı bu görselde, tiroidi tamamen alınan abla yaşına rağmen çocuk görünümünü korurken, boyu kısa kalmış ve bedensel gelişimi durmuştu. Oysa ondan küçük olan kız kardeşi sağlıklı bir şekilde ergenliğe ulaşmış, fiziksel olarak ablasını geride bırakmıştı.
Bu dramatik fark, tiroid bezinin çocukluk ve ergenlik dönemindeki kritik rolünü somut bir şekilde ortaya koyuyordu.
Kocher, tamamen alınmış tiroidin neden olduğu sağlık sorunlarını düzeltmek için çözümler aramaya başladı.
Tıp tarihçisi Thomas Schlich, Kocher’in tıbba yeni bir vizyon kazandırdığını ifade eder. Kocher, "Eksik bir organın yerine yenisi konabilir mi?" sorusunu gündeme getirerek, organ nakli fikrinin temelini atan önemli bir adım attı.
Kocher, guatr nedeniyle hastalarının boğulma riskini ortadan kaldırmak için tiroid bezini tamamen çıkarmayı tercih etti. Guatrın tekrarlamasını önlemek amacıyla organın kısmi olarak alınmasındansa, tamamen çıkarılması daha güvenli bir çözüm olarak görülüyordu. Ancak, bu yöntem tiroid eksikliğine yol açarak ameliyat geçiren hastalarda kretinizm gibi ciddi sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına neden oldu.
Dönemin tıbbında sadece deri naklinin mümkün olduğu düşünülürken, Kocher 1883 yılı Temmuz ayında total tiroidektominin olumsuz etkilerini gidermek amacıyla ilk kez insan tiroid dokusunu cilt altına nakletti. Bu girişim, organ nakli fikrinin temellerini atan ve tarihte belgelenmiş ilk uygulamalardan biri olarak kabul edilen önemli bir adımdı.
Her ne kadar tiroid greftlerinin işlevlerini doğru şekilde değerlendirmek o yıllarda zor olsa da, başarılı sonuçların raporlanmasının ardından 1880-1890 yılları arasında tiroid greftleme uygulaması yaygın hale geldi. İnsan dokusunun her zaman bulunamaması nedeniyle zamanla koyun gibi hayvan dokuları da nakil için kullanılmaya başlandı. 1891’de George Redmayne Murray (1865-1939), tiroid bezinin ürettiği hormonu izole ederek bu yöntemin kısmen terk edilmesine yol açtı. Tiroid hormonunun kimyasal replasmanı, sadece tiroid yetmezliği tedavisinde devrim yaratmakla kalmadı, aynı zamanda diğer endokrin yetmezlik hastalıklarının tedavisi için de yeni umutlar sundu.
Kocher'in tiroid bezinin nakli konusundaki cesaretinden ilham alan tıp dünyası, organ nakli alanında yeni atılımlar gerçekleşmeye başladı. Özellikle ovarium ve testis nakli gibi implantlar, tıbbın sınırlarını zorladı. Ancak, bazı şarlatanlar bu gelişmeleri fırsata çevirerek, zenginlere para karşılığında günümüzün "viagra"sı olarak maymun testis bezini satmaya başladılar. Bu durum, organ naklinin yalnızca bilimsel alanda değil, aynı zamanda ticari ve etik açıdan da tartışmaları beraberinde getirdi.
Burada unutulmaması gereken nokta, söz konusu uygulamanın günümüzdeki "organ nakli" tanımının ötesinde olmasıdır; bu, çeşitli bez ve dokuların cilt altına implant edilmesi veya aşılanması şeklinde gerçekleşiyordu.
Modern organ naklinin gerçek anlamda başlangıcı, 1902’de Alexis Carrel’in (1873–1944) damar anastomozu tekniklerini geliştirmesiyle mümkün oldu. Carrel, 1906 yılında Charles Claude Guthrie (1880–1963) ile birlikte triangülasyon (üçgenleme) yöntemini mükemmelleştirerek organ nakline uyarlamayı başardı.
Yazan: Kamil Hamidullah / KASIM 2023
Önceki güncelleme:
Son güncelleme: Kamil Hamidullah / MAYIS 2025
#AkciğerNakli #PAHSSc #LungTransplant #OrganBağışı #OrganNakli #OrganDonation #TheodorKocher #CachexiaStrumipriva #LTx #Tiroidektomi