1954 - Joseph Edward Murray (1919-2012)
Ne kadar ilginçtir ki böbrek nakli tarihinin dönüm noktaları noel dönemine denk gelmiştir.
25 Aralık 1952 Perşembe günü, Paris’teki Necker Hastanesi’nde, Fransız nefrolog Jean Hamburger (1909–1992), 16 yaşındaki Marius Renard’a (1936–1953) annesi Gilberte Renard’dan alınan böbreği nakletti. Bu girişim, canlı donörden yapılan ilk böbrek nakli denemesi olarak tarihe geçti. Ancak o dönemde, reddi önleyecek immünsüpresif tedaviler henüz geliştirilmemişti. Nakledilen böbrek birkaç hafta çalışmayı sürdürse de, sonunda vücut tarafından reddedildi ve girişim ne yazık ki başarısızlıkla sonuçlandı. Genç Marius, 1953 yılının başında hayatını kaybetti.
İki yıl sonra, yine bir Perşembe günü—23 Aralık 1954’te—o dönemde böbrek nakli araştırmalarının öncü merkezlerinden biri haline gelen Boston’daki Peter Bent Brigham Hastanesi’nde (bugünkü adıyla Brigham and Women’s Hospital), Joseph Edward Murray (1919–2012) liderliğindeki ekip, tarihin ilk başarılı canlı donör böbrek naklini tek yumurta (monozigotik) ikizler arasında gerçekleştirecekti.
Sadece bu başarıdan dört yıl önce, 17 Haziran 1950'de ise Chicago’daki Little Company of Mary Hastanesi’nde Richard Lawler (1895-1982) ve ekibi tarihin ilk sistematik kadaverik böbrek nakli denemesini gerçekleştirmişti. Başlangıçta büyük ilgi gören bu cesur girişim, kısa sürede dini ve tıbbi çevrelerin sert eleştirilerine maruz kaldı. Dini otoriteler kadavradan organ alımını “ölü bedene saygısızlık” ve “Tanrı’nın iradesine müdahale” olarak nitelendirirken; tıp camiası da bağışıklık baskılayıcı ilaçların henüz geliştirilmemiş olduğu bir dönemde yapılan bu erken ve riskli girişimin, kaçınılmaz olarak organ reddiyle sonuçlanmasını bilimsel açıdan eleştirdi. Yaşadığı bu baskı ve başarısızlık, Lawler'ı öyle etkiledi ki, bir daha böbrek nakli girişiminde bulunmadı.
Kore Harbi (1950–1953) sırasında, 15 Haziran 1931 doğumlu tek yumurta ikizleri Ronald Lee Herrick (1931-2010) ve Richard J. Herrick’in (1931-1963) ABD Silahlı Kuvvetleri’nde görev yapıyordu. Ronald, Almanya’da Amerikan ordusunda çavuş olarak hizmet verirken, kardeşi Richard ABD Sahil Güvenlik Teşkilatı’nda subaydı. Babaları Van Buren Herrick Jr. (1901–1951), 1951 yılında vefat etmişti.
1953 yılında, 22 yaşındaki Richard Herrick, rutin bir sağlık taramasına katıldı. Öncesinde fark ettiği bazı semptomları ciddiye almamıştı. Taramada yüksek tansiyon saptanması üzerine hastaneye sevk edildi. Yapılan tetkikler, idrarda protein ve kanda yüksek üre düzeyleri göstererek böbrek fonksiyonlarının bozulduğunu ve iflas etmekte olduğunu ortaya koydu.
1954 yazı yaklaştıkça, Richard'ın kronik nefrite bağlı durumu kritikleşiyordu. Yapılan kan nakillerine rağmen hastalığın ilerlemesi yavaşlatılamamış, Richard artık neredeyse yürüyemez hale gelmişti. Kardeşinin hayatını kaybetmek üzere olduğunu gören Ronald, çaresizlik içinde doktor David C. Miller'a (1917–1997) başvurdu ve şöyle dedi: “Yapılabilecek hiçbir şey yok mu? Eğer faydası olacaksa, böbreğimin birini vermeye hazırım.” Bu umutsuz teklif, Dr. Miller’ın zihninde bir kıvılcım yaktı. Boston’daki Peter Bent Brigham Hastanesi’nde, böbrek nakli konusunda deneysel bir program yürütüldüğünü hatırladı. Hızla yapılan birkaç telefon görüşmesinin ardından, 24 Ekim 1954’te Richard, diyaliz ünitesi de bulunan Peter Bent Brigham Hastanesi’ne, ünlü cerrah Dr. Joseph Murray’in gözetiminde değerlendirilmek üzere sevk edildi.
Murray, Richard’ın bir ikiz kardeşi olduğunu ve böbreğini bağışlamaya istekli olduğunu öğrenince büyük bir heyecan duydu. Eğer ikizler tek yumurta ise, bu nakil başarılı olabilirdi. Zira bu durum, nakil araştırmalarında bağışıklık reddini aşmanın en mükemmel yoluydu. Ronald ve Richard fiziksel olarak birbirlerine çok benziyorlardı; ancak doktorlar, genetik olarak özdeş olduklarından emin olmak zorundaydı. O dönemde DNA analizi mümkün değildi; çünkü DNA profilleme yöntemi, Alec John Jeffreys tarafından ancak yaklaşık 30 yıl sonra, 1985’te geliştirilecekti.
Leo Loeb’ün (1869-1959), her bireyin biyolojik olarak benzersiz olduğu gerçeğinden hareketle, farklı bireyler arasında gerçekleştirilen organ nakillerinin doğası gereği başarısızlığa mahkum olduğunu ileri sürerken, genetik olarak özdeş bireyler (tek yumurta ikizleri) arasında nakilin mümkün olabileceğini öngörmesiyle dikkat çekti. Böylece Loeb, hem organ naklinin önündeki temel engeli tanımlamış hem de bu engelin nasıl aşılabileceğine dair ilk ipucunu sunmuş oldu.
Loeb, farelerin özdeş olup olmadığını anlamak için deri nakli temelli bir doğrulama testi geliştirmişti. Peter Medawar’ın (1915-1987) öğrencisi ve 45 yıllık böbrek nakli cerrahi olan tıp tarihçisi David Hamilton,’ın "Loeb Testi" adını verdiği bu yöntem, DNA profilleme teknolojisinin henüz mevcut olmadığı o dönemde, genetik özdeşliği doğrulamak için en güvenilir yöntemdi. Deneklerin ne ölçüde özdeş olduğu ise, nakil sonrası gelişen immün yanıtın fizyolojik etkilerine göre sınıflandırılıyordu.
Medawar, Rupert Billingham (1921-2002) ile birlikte Loeb’ün bağışıklık bariyeri üzerine yaptığı öncü gözlemlerden yola çıkarak monozigotik ikizler ve sığır ikizleri üzerinde deri nakilleri gerçekleştirdi. Bu deneyler, genetik olarak özdeş bireylerde ya da rahim içi ortak kan dolaşımına sahip sığır ikizlerinde bağışıklık sisteminin nakledilen dokuyu reddetmeden kabul edebildiğini kanıtladı. Böylece immünolojik toleransın varlığı ortaya kondu ve doku reddinin temel mekanizmaları açıklığa kavuştu.
Medawar, Loeb’ün insanlar arasında organ naklinin imkansız olduğu yönündeki iddiasına karşı çıkarak, nakil immünolojisine ilişkin tüm teorilerini Loeb’ün bulgularını dışlayıp kendi deneysel çalışmalarıyla yeniden kurdu. Bu yaklaşım, nihai sonuca ulaşmasını yaklaşık on yıl geciktirmiş olsa da, ironik biçimde Medawar’ın deneylerinde doku özdeşliğini doğrulamak için kullandığı araç yine Loeb Testi’ydi.
Loeb’ün insanlar arasında organ naklinin imkânsız olduğu yönündeki iddiasına en sert biçimde karşı çıkanlardan biri olan Murray, Herrick ikizlerinin özdeşliğini doğrulamak için Loeb’ün testine başvuracaktı. Bu testle özdeşliği kesinleşen ikizler arasında başarıyla gerçekleştirdiği böbrek nakli sayesinde, Loeb’ün “özdeş bireyler arasında naklin mümkün olabileceği” yönündeki öngörüsünü kanıtlarken, aynı zamanda insanlar arasında organ naklinin genel olarak imkânsız olduğu yönündeki iddiasını da çürütecekti. Tüm bunların Loeb’ün hâlâ hayatta olduğu dönemde gerçekleşmesi, Murray için Nobel Ödülü’nden bile daha anlamlı bir zafer olmuş olmalıydı. Elli yılını bağışıklık engelini anlamaya ve aşmaya adamış Loeb ise, kendi teorisinin tam da öngördüğü şekilde doğrulandığını görmenin sessiz memnuniyetini yaşıyor, muhtemelen içinden “Ben zaten söylemiştim,” diyordu haklı olarak.
İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru askere alınan Murray, ABD Ordusu’na bağlı Valley Forge Genel Hastanesi’nde görevlendirildi. Burada, yanık hastalarının tedavisi konusunda uzmanlaşmış cerrahi şefi Albay Dr. James Barrett Brown’ın (1899–1971) ekibine katıldı ve bu deneyim, Murray’in organ nakli alanındaki ilgisini derinleştirdi. Brown, 1937’de tek yumurta ikizleri arasında yaptığı deri nakliyle, genetik olarak aynı olan bireylerde bağışıklık sisteminin nakli reddetmediğini kanıtlamıştı. Bu çığır açan bulgular, Murray’in 1954’te Herrick ikizleri arasında gerçekleştirdiği ilk başarılı böbrek naklinin temelini oluşturdu. Yıllar sonra, 1990’da Nobel Ödülü’nü kabul ederken Murray, Brown’ın çalışmalarının bu tarihi başarısında ilham kaynağı olduğunu özellikle vurgulayacaktı.
Herrick ikizlerinin genetik olarak özdeş olup olmadığını kesinleştirmek için Brigham ekibi, göz rengi, kulak şekli ve kan grubu gibi fiziksel özellikleri karşılaştırmakla yetinmedi; parmak izlerinin birebir örtüşüp örtüşmediğini doğrulamak amacıyla Boston Polis Departmanı’ndan uzman destek aldı. Ancak cerrah Murray, bu bulguların yeterli olmadığını düşündü ve daha ileri düzeyde bir biyolojik doğrulama için Loeb testine başvurdu. Ronald’ın derisinden alınan küçük bir parça, Richard’ın bacağına nakledildi. Doku reddi gözlenmedi; greft başarıyla tuttu. Bu sonuç, ikizlerin genetik olarak özdeş olduğunu kanıtladı.
Canlı donörden ilk organ nakli hazırlıkları, benzeri görülmemiş etik soruları beraberinde getirdi. Verici (donor) Ronald, böbreğini gönüllü olarak bağışlamaya istekli olsa da, tamamen sağlıklı bir bireyi, sadece başkasının iyiliği için riskli bir cerrahi prosedüre tabi tutmak doğru muydu? Murray bu kararı almadan önce bir dizi tıp, hukuk ve din uzmanından onay aldı.
Zaman daralıyordu; Richard Herrick'in durumu giderek kötüleşiyordu. Yüksek tansiyonu kalbinin iflas etme noktasına gelmesine neden oluyordu. Kardeşler, ameliyatın içerdiği tüm risklerin tamamen farkındaydı.
23 Aralık, Joseph Murray için adeta kaderin işaretlediği bir gün gibiydi.
1944 yılının sert bir kış günü, genç cerrah Joseph Murray için mesleki ve bilimsel kaderin dönüm noktasıydı. II. Dünya Savaşı sırasında Himalayalar üzerinden yapılan tehlikeli “Hump” hava ikmal rotasında görevli Amerikalı pilot Charles Woods’un (1921–2004) uçağı, Hindistan’daki Kurmitola üssünden kalkış sırasında patladı. Vücudunun %70’inden fazlası üçüncü derece yanıklarla kaplanan Woods, neredeyse tanınmaz hale gelmişti. Hayatta kalma şansı yok denecek kadar azdı.
Murray, Pensilvanya’daki Valley Forge Genel Hastanesi’nde yürüttüğü tedaviyle Woods’u ölümün eşiğinden döndürdü. Bu süreçte kadaverik deri greftleriyle yaptığı deneysel uygulamalar, onun transplantasyon bilimine yönelmesinin temelini attı. Yanık cerrahisinde karşılaştığı immünolojik reddetme fenomeni, Murray’ın bağışıklık sistemine ve doku uyumuna dair derin bir merak geliştirmesine neden oldu.
Tam on yıl sonra, yine bir 23 Aralık günü, bu kez Boston’daki Peter Bent Brigham Hastanesi’nde ameliyathaneye girerken yalnızca bir hastayı kurtarmaya değil, tıp tarihini değiştirmeye hazırlanıyordu. Genetik olarak özdeş Herrick ikizleri arasında gerçekleştireceği böbrek nakli, modern organ transplantasyonunun başlangıcı olacaktı.
Ameliyatın hemen öncesinde Richard, baskıyı kaldıramayarak vazgeçmek üzereydi. Bu kritik anda, kardeşi Ronald, hastane personeli aracılığıyla ona net ve kararlı bir mesaj gönderdi: “Yapacağız, vazgeçmeyeceğiz.” Bu sözler, Richard’a ihtiyacı olan cesareti verdi.
23 Aralık 1954 Perşembe sabahı saat 08.00’de, 23 yaşındaki tek yumurta ikizleri Ronald ve Richard Herrick, bitişik ameliyathanelere alındı ve eş zamanlı operasyonlar başladı. Boston’daki Peter Bent Brigham Hastanesi’nde, Murray’in öncülüğündeki ekip, tıp tarihine geçecek ilk başarılı canlı donörlü böbrek naklini gerçekleştirdi. Operasyonda ürolog Dr. John Hartwell Harrison (1909–1984) ve nefrolog Dr. John Putnam Merrill (1917–1984) de görev aldı.
Harrison, bağışçı Ronald’ın sağlıklı sol böbreğini dikkatle çıkartırken; Murray ise alıcı Richard’ın vücudunu nakil için hazırlıyordu. Ameliyatın başarısı, böbreğin oksijensiz kalma süresinin en aza indirilmesine bağlıydı; bu nedenle Harrison, organı tamamen ayırmadan önce Murray'den son onayı bekledi.
Murray, nakledilen böbreği büyük bir titizlikle Richard'ın kan damarlarına bağladı. Murray, bu ilk deneyimde riski en aza indirmek için Richard'ın hasta böbreklerini yerinde bırakarak (heterotopik nakil gerçekleştirerek) yeni organı farklı bir bölgeye yerleştirdi. Ancak, Richard daha sonra kendi başarısız böbreklerini çıkarmak için iki ameliyat daha geçirmek zorunda kaldı.
Kelepçe çıkarıldığında kan hızla böbreğe akın etti. Saniyeler içinde organ sağlıklı bir pembe renk aldı ve hemen ardından idrar üretmeye başladı—bu, böbreğin başarıyla işlev gördüğünün açık kanıtıydı. Ameliyathanedeki herkes, tıp tarihine geçecek bu anı büyük bir heyecan ve rahatlamayla izledi. Ronald, kardeşi Richard'a adeta bir Noel hediyesi olarak yeni bir hayat armağan etmişti. Richard, nakilden sonra sekiz yıl daha yaşadı ve 14 Mart 1963’te, 31 yaşında geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.
Yıllar sonra Dr. Murray, o anı şöyle anlattı: "Biz sadece bir hastayı kurtaracağımızı düşünüyorduk; tarih yazdığımızı hiç aklımıza getirmedik." Bu sözler, Leo Loeb'ün elli yıldır tıp dünyasına dayattığı dogmayı—insanlar arasında organ naklinin imkansızlığını—sessizce yıkarlarken sergilenen alçakgönüllülüğü yansıtıyordu. Murray ve ekibi, bilimin "aşılamaz" saydığı sınırı aştıklarının farkında bile değillerdi; onlar sadece bir can kurtarıyorlardı.
Murray, daha sonra bu çığır açan çalışmasıyla 1990 yılında Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü kazandı. Bu ödülde, Dr. Edward Donnall Thomas (1920-2012) ile paylaştı; Thomas, ilk başarılı kemik iliği naklini gerçekleştiren isimdi. Murray ise, Nobel Ödülü kazanan tek plastik cerrah olarak tıbbi literatüre geçti.
Yazan: Kamil Hamidullah / KASIM 2023
Önceki güncelleme:
Son güncelleme: Kamil Hamidullah / EKİM 2025
#AkciğerNakli #PAHSSc #LungTransplant #OrganBağışı #OrganNakli #OrganDonation #LTx #JosephMurray #BöbrekNakli