Richard Lawler (1895-1982)
17 Haziran 1950 Cumartesi günü, Amerikalı cerrah Dr. Richard H. Lawler (1895–1982) liderliğindeki ekip, organ nakli tarihinde devrim yaratan bir girişime imza attı. Lawler, meslektaşları Dr. James Ward West (1914–2012) ve Dr. Raymond Murphy (1923–2008) ile birlikte, Ukraynalı cerrah Yurii Yurievich Voronoy’un (1895–1961) 1933 yılında gerçekleştirdiği ilk heterotopik (yani böbreğin anatomik olarak doğal yerinden farklı bir bölgeye nakil) kadavra böbrek nakli denemesinden tam 17 yıl sonra, kadavradan alınan böbrekle dünyanın ilk sistematik böbrek naklini gerçekleştirdi.
Hastaları, 44 yaşındaki Ruth Tucker’dı (1906–1955). Polikistik böbrek hastalığı nedeniyle yaşamı tehdit altında olan Ruth Tucker’ın bir böbreği tamamen işlevsizdi; diğeriyse yalnızca %10 kapasiteyle çalışıyordu. Aile öyküsü de hastalığın ciddiyetini pekiştiriyordu; annesi ve kız kardeşi aynı hastalık nedeniyle hayatlarını kaybetmişti. Hastalık, Tucker’da şiddetli ağrılar ve tekrarlayan enfeksiyonlarla seyrediyordu.
O dönemde böbrek diyalizi henüz gelişme aşamasındaydı ve Chicago’da erişilebilir değildi. Bu koşullar altında I. Dünya Savaşı’nda askeri havacı olarak görev yapmış olan cerrah Lawler, kapsamlı bir risk değerlendirmesinin ardından cesur bir karar aldı: kadavradan alınan bir böbreği Ruth Tucker’a nakletmek.
Operasyon, ekip üyelerinin görev yaptığı büyük üniversite hastanelerinin aksine, Katolik bir rahibe tarikatı tarafından işletilen Sisters of the Little Company of Mary Hastanesi'nde gerçekleştirildi. Bu seçim stratejikti; ekip, organ naklinin o dönemde tıp çevrelerinde bile "radikal" ve "tuhaf" bir girişim olarak görülmesi nedeniyle din adamlarından gelebilecek potansiyel tepkileri en aza indirmeyi amaçladı. Üniversite hastaneleri etik kurullar ve kurumsal engeller nedeniyle bu tür deneysel bir ameliyata onay vermekten kaçınırken, rahibeler cerrahlara güvenmiş ve onlara bu "ilk" ameliyatı gerçekleştirmeleri için gerekli izni ve özerkliği sağlamışlardı. Ancak, nakil operasyonunun Katolik bir hastanede ve rahibelerin onayıyla gerçekleştirilmiş olması, din adamlarının tepkisini tamamen engelleyemeyecekti. Onlar için ölü birinden organ almak, ölüyü hayata döndürme yanılsaması yaratıyordu.
Cerrahlar, girişimlerini başlangıçta gizli tutmayı tercih etti. Bu düzeyde bir gizlilik, etik kurulların sıkı denetimi altındaki büyük hastanelerde mümkün değildi.
West, daha sonra verdiği bir röportajda bu kararı şöyle açıklamıştır: “Ameliyat o kadar deneyseldi ki, ne biz doktorlar ne de hastane başlangıçta bunu denediğimizi kimseye söylemedi. Öncelikle hastanın ameliyat sonrası hayatta kalıp kalmadığından emin olmak istiyorduk—örneğin, alerjik bir reaksiyon ya da benzeri bir komplikasyon nedeniyle onu kaybetmek istemezdik.”
Bu gizlilik aynı zamanda, uygulamaya yönelik şiddetli etik ve dini itirazlardan kaçınmayı da amaçlıyordu. Özellikle din adamları, ölüden alınan dokunun canlıya nakledilmesi fikrine şiddetle karşı çıkarak, bunu “Tanrı’nın işine karışmak” veya “Tanrı’yı oynamak” olarak niteliyor, hatta cerrahları Dr. Frankenstein’a benzetiyorlardı.
Nakilde kullanılan böbrek, karaciğer sirozu ve özofagus varislerine bağlı iç kanama nedeniyle kısa süre önce yaşamını yitiren, 49 yaşında ve Ruth Tucker ile benzer yaş, kan grubu ve fiziksel özelliklere sahip bir kadından alındı. Tucker ise uygun bir donör bulunabilmesi için hastanede beş hafta boyunca gözetim altında tutulmuştu. Lawler, ameliyatın ardından verdiği bir röportajda donör seçimiyle ilgili şu değerlendirmeyi yapmıştır: “En ideal [donör] hasta değildi, ama bulabildiğimiz en iyisiydi.”
1950 yılında, doku tipi belirleme ve bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar henüz klinik kullanıma girmemişti. Bu nedenle organ eşleştirmesi yalnızca temel biyolojik kriterlere—cinsiyet, yaş, kan grubu ve beden ölçüleri—dayanıyordu.
Donörün ölümünden yalnızca on dakika sonra, Dr. Richard Lawler ve Dr. James West bitişik ameliyathanelerde eş zamanlı olarak operasyona başladı. Lawler, Tucker’ın polikistik ve işlevsiz sol böbreğini çıkarırken, West donörden sağlam böbreği aldı. Ardından, kırk kadar cerrah ve sağlık çalışanının izlediği ayrıca filme de alınan nakil sırasında Lawler, yeni böbreği Tucker’ın sol böbrek yatağına yerleştirerek konak damarlarının kalan saplarını kullanarak damar ve üreter bağlantılarını başarıyla gerçekleştirdi. Böbreğin çıkarılmasından sonraki 45 dakika içinde tamamlanan operasyon sırasında, nakledilen organ hızla sağlıklı pembe görünümüne kavuştu ve işlev görmeye başladı. Bu başarı, hayvan deneylerinde geliştirilen cerrahi yöntemler ile immünolojik bilgilerin insana aktarılabileceğini ortaya koydu ve modern organ naklinin başlangıcını simgeleyen tarihi bir eşik oldu.
Nakledilen böbrek, ameliyat sonrası 53 gün boyunca işlevini sürdürdü. Organ reddi geliştiği için 10 ay sonra çıkarıldı. Tucker, nakilden bir ay sonra hastaneden taburcu edildi ve dört yılı aşkın süre boyunca aktif bir yaşam sürdü. 30 Nisan 1955 tarihinde, nakille doğrudan ilişkisi olmayan bir koroner arter tıkanıklığı ve zatürre nedeniyle hayatını kaybetti. 1972’de Lawler, bir röportajda Tucker’ın uzun süreli hayatta kalmasını tam olarak açıklayamadığını belirtti; “Nakil, diğer hastalıklı böbreğin yükünü almış olabilir” dedi. Her ne kadar nakledilen böbrek kısa süreli işlev görmüş olsa da, hastanın kendi böbreğinin toparlanmasına olanak tanıyarak yaşam kalitesini belirgin biçimde artırmış olmalıydı.
Tucker’ın bir akrabasının operasyonu Chicago bölgesindeki bir gazeteciye anlatmasıyla haber kamuoyuna sızdı. Ameliyattan birkaç gün sonra Tucker’ın durumu stabil görünüyordu; bunun üzerine hastane ve cerrahlar süreci resmen duyurdu. Nakil haberi kısa sürede uluslararası basında geniş yankı buldu. Bir hafta içinde New York Times ve Newsweek gibi yayın organları olumlu değerlendirmeler yayımladı.
Time dergisi, 3 Temmuz 1950 tarihli sayısında olayı şu ifadelerle özetledi:
“Cömert doğa insana iki böbrek verir; oysa vücuttaki su dengesini düzenlemek ve atık maddelerin birikmesini önlemek gibi temel işlevler için aslında yalnızca bir böbrek yeterlidir. Geçtiğimiz hafta Chicago’da, her iki böbreği de işlevini kaybetmiş ve ölümle yüz yüze kalmış bir kadına yönelik çaresiz bir girişimle, doktorlar tıbbi tarihin ilk insan böbrek naklini gerçekleştirdi.”
Ancak ameliyat, tıp camiasında ciddi tepkiyle karşılandı. Organ reddinin neredeyse kaçınılmaz olduğu, immünolojik altyapıların henüz gelişmediği bir dönemde yapılan bu girişim, birçok uzman tarafından erken ve riskli bir adım olarak değerlendirildi. Amerikan Üroloji Derneği, immünsupresif tedavilerin ve doku uyumu teknolojisinin yetersizliği nedeniyle organ nakillerine moratoryum çağrısı yaptı—yani bu tür girişimlerin geçici olarak durdurulmasını önerdi. Dr. Richard Lawler, meslektaşları tarafından dışlandı; bazı eski arkadaşları bile onunla konuşmaktan kaçındı.
Bu tarihi ameliyattan sonra Lawler bir daha böbrek nakli gerçekleştirmedi. Lawler, 1979’da emekli olduğunda organ nakilleri için, “Ben sadece başlamasını istedim” demişti. Aynı görüşü daha sonra şu sözlerle pekiştirdi: “Başka bir nakil yapmamız, boğaya kırmızı bir bez sallamak gibi olurdu.”
1950 yılında Richard Lawler tarafından gerçekleştirilen böbrek nakli, organ naklinin henüz kurumsallaşmadığı, etik ilkelerle tanımlanmadığı ve immünolojik temellerinin bilinmediği bir dönemde yapıldı. O yıllarda organ nakilleri, yerleşik bir “tıbbi uygulamadan” çok, bilimsel cesaretin sınırlarını zorlayan “iddialı bir varsayım” niteliği taşıyordu. Bağışıklık sistemini baskılayacak tedaviler henüz geliştirilmemişti; doku uyumu kavramı klinik pratiğe girmemişti; kadavradan organ temini ise hem tıbbi hem de dini çevrelerde çoğunlukla “ilahi düzene müdahale” olarak yorumlanıyordu. Bu nedenle Lawler’ın girişimi uzun yıllar boyunca yalnızca “izole bir deney” ya da “altyapısı olmayan bir dönemde yapılmış kural dışı bir girişim” olarak nitelendirildi. Oysa bu yaklaşım, operasyonun gerçek etkisini ve dönemin bilimsel ilgisini görmezden gelen indirgemeci bir bakış açısıydı.
Operasyonla ilgili birçok temel soru hala cevapsızdır: Donörün ailesinden resmi onay alınmış mıydı? Bağışıklık sistemini baskılayacak ilaçların henüz bulunmadığı bir dönemde, organ reddi neredeyse kaçınılmaz değil miydi? Ve Tucker, kendisine uygulanacak işlem hakkında ne ölçüde bilgilendirilmişti? Hekimlerin, olası kamuoyu tepkilerinden çekinerek süreci gizlilik içinde yürütmeleri, yaşanan gelişmeler ve dönemin olağanüstü koşulları göz önüne alındığında, tarihsel olarak anlaşılır bir tercih olarak değerlendirilebilir. Ancak bu noktada yalnızca cerrahi ekibin değil, bilinmezliğe rağmen Tucker’ın gösterdiği kişisel cesaret de dikkat çekicidir. Tıbbi sonuçları belirsiz, etik zemini tartışmalı bir girişime gönüllü olarak katılması, dönemin sınırlarını zorlayan bir irade örneğidir.
45 yıl boyunca böbrek nakli cerrahisi yapmış olan tıp tarihçisi Dr. David Hamilton, bu operasyonun “gizli”, “önemsiz” ya da "erken bir girişim" olduğu yönündeki yaygın algıya açıkça karşı çıkar. Ona göre Lawler’in Tucker’a yaptığı nakil, dönemin araştırmacıları tarafından büyük bir dikkatle izlenmiştir. Ameliyatı tam 45 doktor yerinde takip etmiş, süreç filme alınmış ve bu kayıt, sonraki nakil denemeleri için referans materyali olarak kullanılmıştır.
Hamilton ayrıca Tucker’ın hastalık durumuna dair önemli bir noktaya işaret eder: Tucker polikistik böbrek hastalığının ileri evresinde olsa da henüz tam son dönem böbrek yetmezliğine (ESRD) ulaşmamıştı. Bu nedenle nakledilen böbrek yaklaşık on ay sonra reddedilip çıkarılsa da, Tucker’ın beş yıl boyunca yaşamını sürdürebilmesi, operasyonun öngörülenin ötesinde bir başarıya ulaştığını kanıtlıyordu. Bu süre, Tucker’ın kendi böbreklerinin kısmen toparlanmasına olanak tanımış; böylece nakil, doğrudan değilse bile dolaylı biçimde hastanın hayatına zaman ve kalite kazandırmıştı.
Tüm yönleriyle değerlendirildiğinde, Lawler’in Tucker üzerinde gerçekleştirdiği böbrek nakli yalnızca deneysel bir tıbbi müdahale değil; aynı zamanda dolaylı biçimde yaşamını kurtaran ve modern organ nakli çağının kapısını aralayan tarihi bir dönüm noktasıydı.
Lawler'ın itibarı yaklaşık 20 yıl sonra iade edildi. Girişiminin tarihsel önemi nihayet kabul gördü ve bu durum 1970 yılında zirveye ulaştı; Lawler, tıp tarihindeki ilk başarılı katı organ naklindeki (solid-organ transplantation) öncü rolü nedeniyle Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü'ne aday gösterildi.
Yazan: Kamil Hamidullah / KASIM 2023
Önceki güncelleme:
Son güncelleme: Kamil Hamidullah / EKİM 2025
#AkciğerNakli #PAHSSc #LungTransplant #OrganBağışı #OrganNakli #OrganDonation #LTx #RichardLawler #BöbrekNakli