1955 - Donald Walter Gordon Murray (1894-1976)
1950’lerde kalp kapakçığı cerrahisi, tıp dünyasında çığır açan bir alandı. 1954’te Amerikalı cerrah Charles Anthony Hufnagel (1916–1989), sızdıran bir aort kapağının yol açtığı yetersizliği azaltmak amacıyla ilk mekanik kalp kapağını geliştirdi. Bu protez, Lucite adı verilen sert ve şeffaf plastikten (polimetil metakrilat, PMMA) yapılmış bir kafes ile Silastik (silikon bazlı bir elastomer) bir toptan oluşuyordu. Top, kan akış yönüne göre hareket ederek aort yetersizliğini kısmen gidermeyi amaçlıyordu. Lucite kafes ise topun kontrollü şekilde hareket etmesini sağlıyor ve aynı zamanda vücutla iyi biyouyumluluk gösteriyordu.
Ancak bu kapak, aort köküne değil, göğüs aortunun inen kısmına yerleştiriliyordu. Bu nedenle yalnızca kısmi bir hemodinamik düzeltme sağlıyordu. Ayrıca, kapak açılıp kapandıkça duyulabilir bir “tıkırtı” sesi çıkarıyor ve hassas aort dokusuna güvenli şekilde sabitlenmesi zor oluyordu. Zamanla birçok vakada kapak yerinden çıkarak ciddi komplikasyonlara yol açtı. Uzun dönem sağkalım sağlanamadı.
Toronto’lu cerrah Ronald James Baird (1928–2020), 1955 baharında Toronto General Hastanesi’nde stajyer olarak çalışırken, bu kapaklardan birinin yerinden çıkması sonucu bir hastanın dakikalar içinde kan kaybından öldüğüne tanık olduğunu anlattı. Bu trajik olay, erken dönem mekanik kapak tasarımlarının güvenlik ve dayanıklılık açısından ne kadar yetersiz olduğunu çarpıcı biçimde ortaya koyuyordu.
Mekanik kalp kapaklarının yapısal sorunları nedeniyle alternatif çözümler arayan Kanadalı cerrah Donald Walter Gordon Murray (1894–1976), biyolojik kapaklara yönelerek doku temelli nakil yöntemlerini araştırdı. Bu kapsamda, hem homogreft (aynı türden doku nakli; örneğin köpekten köpeğe) hem de heterogreft (farklı türler arasında doku nakli; örneğin kediden köpeğe) kapak nakilleri üzerine deneysel çalışmalar yürüttü.
Köpekler üzerinde gerçekleştirdiği nakil deneylerinde, Murray’in aort ve mitral kapak bölgelerine yerleştirdiği doku kapakların avasküler (damarsız) yapıda olduğunu gösterdi. Bu kapaklarda kan damarı bulunmadığından, bağışıklık sisteminin gözetiminden nispeten uzak kalıyorlardı; özellikle lökosit gibi bağışıklık hücrelerinin doğrudan dokuya erişimi sınırlıydı. Bu anatomik özellik, nakledilen kapakların bağışıklık sistemi tarafından tanınma ve reddedilme olasılığını önemli ölçüde azaltıyordu.
Günümüz literatürü, bu tür nakillerde hala canlı hücrelerin var olması ve bu hücrelerin antijenik yapılarını koruması durumunda—yani bağışıklık sistemi tarafından “yabancı” olarak algılanabilecek moleküler özellikler taşıyorlarsa—bağışıklık yanıtı ve greft reddinin mümkün olabileceğini göstermektedir.
Murray’in çalışmaları, kalp kapak nakillerinin kaçınılmaz olarak reddedileceğini savunan dönemin araştırmacılarının genel tıbbi kuşkularına açık bir meydan okumaydı. Bu bilimsel kırılma noktası, “immün ayrıcalıklı bölgeler” (immune privileged sites) kavramına dayanıyordu. Bu kavram, bağışıklık sisteminin vücuttaki bazı anatomik bölgelerde sınırlı veya baskı altına alınmış bir tepki gösterdiğini öne sürer.
Kavramın kökeni, 1889’da Arthur Hanau’nun (1858–1900) sıçanlarda gerçekleştirdiği tümör nakli deneylerine kadar uzanır. Hanau, testis torbası ve karın boşluğu gibi bölgelere nakledilen tümörlerin bağışıklık tepkisine uğramadan büyüyüp gelişmeye devam ettiğini gözlemlemişti. Bu erken gözlem, yaklaşık 66 yıl sonra Peter Medawar (1915–1987) tarafından 1948’de bilimsel olarak tanımlanarak “immün ayrıcalık” kavramının temelini oluşturdu.
Medawar’ın tanımından yedi yıl sonra Murray, kalp kapaklarının avasküler yapısı sayesinde bağışıklık hücrelerine maruz kalmadığını deneysel olarak gösterdi. Böylece bu kavrama yeni bir anatomik alan ekleyerek literatüre önemli bir katkı sağladı.
Murray'den önceki araştırmacılardan örneğin;
Conrad Ramsey Lam (1905–1990), 1952’de yayımladığı “An Experimental Study of Aortic Valve Homografts (Aort Kapak Homogreftleri Üzerine Deneysel Bir Çalışma)” makalesinde, insandan insana aort kapak nakillerinin bağışıklık sistemi tarafından reddedileceğini savunmuştu.
İki yıllık laboratuvar deneylerinin ardından, Murray bu bulgulara dayanarak ilk klinik uygulamasını Toronto General Hastanesi’nde gerçekleştirdi. Ameliyatın tarihi niteliği ve o dönemde kalbe cerrahi müdahaleye yönelik derin kültürel ve dini tabular göz önünde bulundurularak, operasyon hastane kayıtlarına “rutin bir kalp ameliyatı” olarak geçirildi. Toronto General Hastanesi yardımcı cerrahı ve baş asistanı Raymond Oliver Heimbecker (1922–2014), bu uygulamanın meraklıları uzak tutmak amacıyla yapıldığını açıkladı.
Gerçekten de kalp, biyolojik olarak dolaşım sisteminin bir kas pompası olsa da, insanlık tarihi boyunca ruhun, iyiliğin ve Tanrı’nın evi olarak görülerek kutsal bir statü kazanmıştı. Bu nedenle ona dokunmak, özellikle cerrahi müdahale gibi bir eylem, uzun süre toplumsal ve dini bir tabu olarak kabul edilmişti.
Murray, adını "J.B." kısaltmasıyla gizlediği 22 yaşındaki bir hastanın sızdıran aort kapağını başarıyla değiştirdi. Nakilde, bir trafik kazasında hayatını kaybeden 33 yaşındaki erkek donörden otopsi sırasında alınan homogreft kapak kullanıldı. Gelişen doku bankacılığı sayesinde, bu kapak, 36 saat boyunca 4°C sıcaklıkta fizyolojik tuzlu suda güvenli bir şekilde saklandı. Kapak, hastanın aort köküne yerleştirilerek dünyanın ilk kalp kapakçığı nakli gerçekleştirildi.
Nakilden 18 ay sonra hasta, ağır fiziksel işlerde çalışabilecek kadar sağlıklıydı ve kapak sekiz yıl boyunca sorunsuz işlev gördü. Murray’in bu çalışması, kalp kapakçığı nakillerinde bir dönüm noktası oldu. Homogreft kapaklar, mekanik kapaklara kıyasla daha az komplikasyonla uzun süreli başarı sağladı.
Yazan: Kamil Hamidullah / KASIM 2023
Önceki güncelleme:
Son güncelleme: Kamil Hamidullah / EKİM 2025
#AkciğerNakli #PAHSSc #LungTransplant #OrganBağışı #OrganNakli #OrganDonation #LTx #GordonMurray #KalpKapakçığıNakli