
1944 - Joseph Edward Murray (1919-2012)
23 Aralık 1944’te, 22 yaşındaki Amerikalı pilot Charles Woods (1921–2004), II. Dünya Savaşı sırasında Himalayalar üzerinden yapılan tehlikeli “Hump” (Kambur) hava ikmal rotasında görevliydi. Hindistan’daki Kurmitola üssünden Çin’in Lüliang bölgesine, Japonlarla savaşan Çin Ordusu’na bağlı “Uçan Kaplanlar” birliğine yaklaşık 12,7 tonluk (28.000 pound) havacılık yakıtı taşıyordu. Ancak yardımcı pilotun yaptığı bir hata sonucu uçağı kalkış sırasında patladı. Çıkan yangın, Woods’un vücudunun %70’inden fazlasında üçüncü derece yanıklara yol açtı; yüzü tanınmaz hale geldi ve hayatta kalma şansı neredeyse yoktu.
Yanıklar, tıpta ciddiyetine göre derecelendirilir:
Woods, işlevsel deriden yoksun olduğu için ciddi sıvı kaybı, enfeksiyon, şok ve ölüm riski altındaydı. O güne dek bu denli ağır yanıklardan sağ çıkan olmamıştı; yine de olağanüstü bir direnç gösterdi. Kazadan altı hafta sonra Pensilvanya’daki Valley Forge Genel Hastanesi’ne nakledildi. Amerika’ya yaptığı uzun ve zorlu yolculuğu bile sağ atlatması, hayatta kalma iradesinin bir göstergesiydi.
Tedavisini üstlenmek üzere, hastanede görev yapan ABD Ordusu cerrahi ekibinden Dr. Joseph Edward Murray (1919–2012) görevlendirildi. Henüz 25 yaşlarında olan Murray, stajının sonlarına doğru askere alınmış ve savaşın en ağır yaralılarının tedavi edildiği bu hastaneye atanmıştı. Woods, onun karşılaştığı en kritik vakalardan biriydi.
Woods’un hayatta kalma mücadelesi, uzun ve zorlu bir iyileşme sürecinin yalnızca başlangıcıydı. Vücudu, yanıkların yol açtığı ağır hasar nedeniyle acilen yeni deri dokusuna ihtiyaç duyuyordu. Bu umutsuz tablo karşısında Murray, kadaverik deri greftleri (allogreft) kullanmaya karar verdi. Benzer bir girişimin 1942 yılında Peter Brian Medawar (1915–1987) ve Thomas Gibson tarafından Atlantik'in öte yakasında gerçekleştirildiğini biliyordu. O vakada, vücudunun %60'ından fazlası üçüncü derece yanıklarla kaplı bir pilot kurtarılamamıştı. Ancak Medawar ve Gibson, nakil reddi üzerine yaptıkları gözlemlerle tıp literatürüne önemli katkılarda bulunmuşlardı.
Yakın zamanda vefat eden bir askerin ailesinden alınan izinle bağışlanan deri, Murray ve ekibi tarafından Woods’un vücuduna başarıyla nakledildi. Bu işlem, insandan insana gerçekleştirilen ilk başarılı kadaverik deri nakli olarak kayda geçti.
Bağışıklık baskılayıcı tedaviler henüz geliştirilmediğinden, bu tür nakiller genellikle enfeksiyonu önlemek ve iyileşme sürecini desteklemek amacıyla geçici olarak uygulanıyordu. Kalıcı başarı ise ancak bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlarla mümkün hale gelecekti.
1930’larda Leo Loeb’ün (1869–1959) tanımladığı doku reddi mekanizmalarına göre, yabancı deri normalde 10–14 gün içinde bağışıklık sistemi tarafından yok edilirdi (reddedilirdi). Bu süre, Woods’un kendi derisinin yeniden oluşması için yetersizdi. Ancak bedensel durumu öylesine zayıftı ki, bağışıklık tepkisi büyük ölçüde baskılanmış olmalıydı. Bu sayede nakledilen deri bir aydan fazla tutunabildi ve bu süre, onun hayatta kalması için yeterli oldu. Bu gözlem, bağışıklık yanıtının dış müdahaleyle kontrol edilebileceğine dair önemli bir bilimsel işaret sundu.
İzleyen iki yıl boyunca Woods’a yeni bir yüz kazandırmak amacıyla, vücudundan alınan sağlıklı deriyle otogreft (kişinin kendi dokusunun başka bir bölgeye nakledilmesi) uygulamalarını da içeren toplam 24 ameliyat gerçekleştirildi—burun, göz kapakları ve kulaklar yeniden inşa edildi. Ancak ortaya çıkan yüz, tanıdık hiçbir simaya benzemiyordu. Tedavi tamamlandığında Woods aynaya baktı, ardından hayata kararlı bir adım attı: dışarı çıktı, bir aile kurdu ve başarılı işlere imza attı. 2004 yılında yaşamını yitirdi.
Murray’nin transplantasyona olan ilgisi, 20. yüzyılın önde gelen plastik cerrahlarından Dr. James Barrett Brown’un (1899–1971) katkılarıyla daha da derinleşti. O dönemde Valley Forge General Hospital’da cerrahi şefi olan Brown, yanık hastalarının tedavisine dair kapsamlı deneyimlerini Murray ile paylaştı. Cesareti ve pratik zekasıyla tanınan Brown, cerrahi stajı sırasında hemofili hastası bir çocuğun sünnet sonrası durmayan kanamasını kendi kanını kullanarak pıhtılaştırmıştı.
Brown, deri nakillerinde greftin reddedilme olasılığının, bağışçı ile alıcı arasındaki genetik özdeşlik derecesiyle doğrudan ilişkili olduğunu gözlemledi. Bu hipotezini 1937 yılında, tek yumurta ikizleri arasında gerçekleştirdiği başarılı bir deri nakliyle doğruladı. Vakada, bağışçı dokusu kalıcı olarak tutundu; immünolojik reddetme gözlenmedi. Brown, bu çarpıcı bulgularını Homografting of Skin: Report of Success in Identical Twins, Surgery, 1937 (Tek Yumurta İkizlerinde Başarıyla Gerçekleştirilen Deri Nakli Üzerine Rapor) başlıklı makalesinde yayımladı.
Savaşın ardından Murray, Boston’a dönerek genel cerrahi eğitiminin yanı sıra, travma ve hastalık nedeniyle yüzlerinde ciddi deformasyonlar (bozulmalar) oluşan hastalar için rekonstrüktif (onarıcı) cerrahi eğitimlerini tamamladı. Özellikle Woods vakasında tanık olduğu, ölüm ile yaşam arasındaki o kritik anda hastayı hayata döndürme deneyimi Murray'in organ nakline olan ilgisini pekiştirdi.
Murray'in organ nakline olan bu ilgisi, onu 1951 yılında Peter Bent Brigham Hastanesi'nde böbrek nakli denemeleri yürüten araştırma ekibine katılmaya yöneltti. Hastane, bu alanda daha önce önemli bir denemeye imza atmıştı:
1945 yılında Charles A. Hufnagel (1916–1989), Ernest Landsteiner (1922–2007, kan gruplarını keşfeden Karl Landsteiner’in oğlu) ve David Milford Hume (1917–1973) akut böbrek yetmezliği olan 29 yaşındaki bir kadına deneysel bir müdahalede bulundular. Ameliyat sırasında ölen bir hastadan alınan böbreği, kadının dirsek damarlarına ekleyerek vücut dışına (ekstrakorporeal) naklettiler. Plastik bir torbaya yerleştirilen organ, idrarı doğrudan bir kavanoza akıtıyordu. Organın dört gün boyunca işlev görmesi, hastanın kendi böbrek fonksiyonlarını geri kazanmasına yetecek zamanı sağladı ve hasta taburcu edildi. Bu girişim, tıp tarihinde karın dışı yerleştirilen ilk başarılı kadavra böbrek nakli olarak kayıtlara geçti.
O dönemde, Leo Loeb öncülüğündeki birçok hekim, bağışıklık sisteminin nakledilen organı kaçınılmaz olarak reddedeceğini ve bu nedenle nakil girişimlerinin başarısız olacağını savunuyordu. Ancak Murray, Woods’un tedavisinde kullanılan kadavradan alınmış derinin beklenmedik biçimde uzun süre tutunduğunu gözlemlemişti. Bu durum, bağışıklık tepkisinin kontrol altına alınabileceği fikrini doğurdu. Henüz bu tepkinin nasıl bastırılacağı bilinmiyordu, ancak Murray için organ nakli umutsuz bir girişim değil, çözüm bekleyen bir bilimsel sorun haline gelmişti.
Son dönem böbrek yetmezliği için etkili bir tedavi bulunmadığının bilincinde olan Murray, bağışıklık reddi önlenebilirse nakledilen böbreğin işlevini sürdürebileceğini test etmek üzere deneysel çalışmalara başladı. Köpekler üzerinde gerçekleştirdiği nakillerde, insanlardaki kadar şiddetli reddetme tepkileri gözlenmedi. Bu süreçte damar ve üreter anastomozlarını (damarları birbirine bağlama) mükemmelleştirdi; donör böbreğin yerleştirileceği anatomik bölgeyi optimize etti. O dönemde geliştirdiği cerrahi teknikler, günümüzde hala temel nakil yöntemleri olarak kullanılmaktadır.
Yazan: Kamil Hamidullah / KASIM 2023
Önceki güncelleme:
Son güncelleme: Kamil Hamidullah / Eylül 2025
#AkciğerNakli #PAHSSc #LungTransplant #OrganBağışı #OrganNakli #OrganDonation #LTx #JosephMurray #DeriNakli #CharlesWoods