PAHSSc, Nadir Hastalıklar Gününü Destekliyor

AKCİĞER NAKLİNİN TARİHÇESİ -2.25.3- İMMÜNOLOJİNİN (BAĞIŞIKLIK BİLİMİNİN) DOĞUŞU - 2025.05.21

Akciğer Naklinin Tarihçesi -2.25.3- İmmünolojinin (Bağışıklık Biliminin) Doğuşu

 

Çiçek Hastalığı, İnsanlık Tarihinin En Eski ve En Ölümcül Salgınlarından Biri 

 

İmmünoloji, yani bağışıklık bilimi, insanlığın bulaşıcı hastalıklarla mücadelesinin en eski örneklerinden biri olan çiçek hastalığı ile başlayan uzun bir yolculuğun ürünüdür. Çiçek hastalığı (Smallpox/Variola), yüksek ateş, halsizlik ve kaşıntılı, kabarcıklı döküntülerle kendini gösteren son derece bulaşıcı ve ölümcül olabilen bir viral enfeksiyondur.

 

"Variola" terimi, Latince varius (benekli, lekeli) kelimesinden türemiştir ve hastalığın ciltteki karakteristik benekli döküntülerini ifade eder. Variola virüsü, Poxviridae ailesinin bir üyesi olup, maymun çiçeği (Monkeypox) ve sığır çiçeği (Cowpox) virüsleri gibi akrabalarıyla aynı soydan gelir. Ancak bu virüsün iki ana türü bulunur ve bunlar, poxvirüs ailesindeki diğer kuzenlerinden çok daha ölümcül potansiyele sahiptir: Variola major türü tedavi edilmediğinde %30'lara varan ölüm oranlarına yol açarken, daha hafif seyreden Variola minor türünde bu oran %1-2 civarındadır.

 

Genetik analizler, variola virüsünün yaklaşık 10.000 yıl önce, Neolitik dönemde (M.Ö. 10.000 - 6000), Afrika veya Orta Doğu’da insan popülasyonlarında ortaya çıktığını öne sürer. Bu dönemde insanların yerleşik hayata geçmesi, tarım yapması ve hayvanlarla yakın temas kurması, virüslerin hayvanlardan insanlara geçişini (zoonoz) kolaylaştırmış olabilir. Özellikle variola virüsünün atasının, kemirgenlerde bulunan bir poxvirüs türünden evrimleştiği düşünülmektedir.

 

Çiçek hastalığının insanlık tarihindeki ilk izleri M.Ö. 10.000’lere kadar götürülebilse de, en eski somut kanıtlar M.Ö. 1157 civarına aittir; Mısır’daki III. Ramses’in mumyasında çiçek hastalığına işaret eden deri lezyonları bulunmuştur, ancak bu teşhis paleopatolojik (eski hastalıkların iskelet ve doku kalıntıları üzerinden incelenmesi) olarak kesin değildir. Ayrıca, M.Ö. 3. yüzyıla ait Hint yazıtları ve Çin kaynakları, çiçek hastalığına benzer bir hastalıktan bahseder. Hastalık, ticaret yolları ve göçlerle Asya, Afrika ve Avrupa’ya yayılarak küresel bir tehdit haline geldi.
 

Çiçek hastalığı, tarih boyunca milyonlarca insanın ölümüne neden oldu. Özellikle 18. yüzyılda Avrupa’da her yıl yüz binlerce insanın hayatını kaybetmesine yol açacak kadar ölümcül bir tehdit oluşturuyordu.

 

Çiçek hastalığına karşı geliştirilen en eski yöntemlerden biri olan variolasyon, hastalığın yaygın ve ölümcül etkilerine karşı bağışıklık oluşturmayı amaçlayan tarihi bir uygulamadır. M.S. 1000’li yıllarda Çin’de ortaya çıkan bu uygulama, çiçek hastalığının yıkıcı gücüne karşı mücadelede önemli bir adımdı.

 

Çiçek hastalığı, Antik Yunan hekimleri tarafından bilinmezken, hastalığa dair ilk sistematik bilgiler Orta Çağ hekimlerinden gelmiştir. O dönemde bağışıklık sistemi modern anlamda bilinmese de, uygulayıcılar hafif bir enfeksiyonun kişiyi ağır hastalıktan koruduğunu gözlemlemiş ve bu deneyime dayanarak variolasyonu geliştirmişlerdi. Bu gözlemlerin teorik temelini destekleyen önemli isimlerden biri de Pers hekimi Ebubekir Razi (Rhazes, M.S. 864–925) idi. Razi, yaklaşık 900'lü yıllarda kaleme aldığı ve çiçek hastalığını sistematik olarak tanımlayan en eski metinlerden biri olan "Kitab al-Jadari wa al-Hasba" (Çiçek Hastalığı ve Kızamık Kitabı) adlı eserinde önemli bir ayrım yaparak çiçek ve kızamığı ayrı hastalıklar olarak tanımladı. Bu eser, çiçek ve kızamık hastalıkları hakkında yazılan ilk bilinen yazılı metindir. Razi, çiçek hastalığını geçirenlerin aynı hastalığa yeniden yakalanmadığını kaydederek bağışıklık biliminin erken dönem gelişimine katkıda bulundu.
 
İbn-i Sina (MS 980-1038) ise başyapıtı "El-Kanun fi't-Tıb" (Tıp Kanunu) adlı eserinde, çiçek hastalığının gözle görülmeyen "kurtçuklardan" kaynaklandığını öne sürdü. Bu çarpıcı ifade, hastalıkların görünmez mikroorganizmalar tarafından yayıldığı fikrine dair, mikrop teorisinin ilk ve dikkat çekici göndermelerinden biri olarak kabul edilir. İbn-i Sina, ayrıca hastalıktan korunmada temizliğin ve hijyenin hayati önem taşıdığını da özellikle vurguladı. Türk kültüründe ise, 11. yüzyıl bilginlerinden Kaşgarlı Mahmud (1008-1102), "Divanü Lûgati't-Türk" adlı eserinde bu hastalığı "çeçek" olarak isimlendirmiştir.
 

İbn-i Sina (M.S. 980-1038), başyapıtı "El-Kanun fi’t-Tıb" (Tıp Kanunu) adlı eserinde, çiçek hastalığının görünmez "kurtçuklardan" kaynaklandığı gibi çarpıcı bir öngörüde bulunmuştur. Bu ifade, modern mikroorganizmaların anlaşılmasından çok önce ortaya atılmış, mikrop teorisinin erken bir habercisi niteliğindedir. İbn-i Sina, hastalığın yayılmasını önlemede temizlik ve hijyenin kritik rolünü de özellikle vurgulamıştır.

 

Öte yandan, Türk kültüründe 11. yüzyıl bilginlerinden Kaşgarlı Mahmud (1008-1102), "Divanü Lûgati’t-Türk" (Türk Dili Sözlüğü) adlı eserinde çiçek hastalığını "çeçek" olarak isimlendirmiştir. Ancak bu terim, sadece çiçek hastalığını değil, genel olarak deri döküntüleriyle seyreden diğer hastalıkları da kapsayabilir.

  

Variolasyon Süreci: 

 

Variolasyon, modern aşılarla kıyaslandığında oldukça tehlikeli bir yöntemdi. Amaç, hastalığı hafif bir şekilde geçirerek bağışıklık kazandırmaktı; ancak bu kontrollü enfeksiyon, bazen hastalığın beklenenden ağır seyretmesine, hatta ölümle sonuçlanmasına neden olabiliyordu. Ayrıca, variolasyon yapılan kişiler virüsü çevredekilere bulaştırarak salgın riskini artırabiliyordu. Bu nedenle işlemin yalnızca deneyimli kişilerce ve büyük bir dikkatle yapılması hayati önem taşıyordu.

 

Uygulamanın en ciddi risklerinden biri, o dönemdeki yetersiz teşhis imkanları nedeniyle çiçek hastalığı (variola) ile su çiçeğinin (varisella) sıkça karıştırılmasıydı. Her iki hastalık da deride döküntülerle kendini gösterdiğinden, uygulayıcılar arasında bu ikisini ayırt etmek çoğu zaman zordu. Örneğin, yanlışlıkla su çiçeği geçirmiş bir kişiden alınan materyalle yapılan variolasyon, çiçek hastalığına karşı koruma sağlamazdı, çünkü bu iki hastalık farklı virüslerden kaynaklanır. Daha tehlikeli bir senaryo ise, hafif seyreden bir su çiçeği vakasının çiçek hastalığı sanılarak variolasyon uygulanmasıydı. Bu durumda, kişi bağışıklık gerektirmeyen bir enfeksiyon geçirirken, vücuduna gereksiz yere ölümcül variola virüsü bulaştırılmış olurdu.

 

Variolasyonun en büyük risklerinden biri, kullanılan materyalin miktarı ve niteliğindeki belirsizlikti. Modern dozaj sistemleri olmadığından, uygulayıcılar tamamen kendi deneyimlerine ve gözlemlerine güvenmek zorundaydı. Eğer virüs içeren materyal fazla kullanılırsa, kişinin hafif bir enfeksiyon geçirmesi beklenirken, ağır ve ölümcül seyreden çiçek hastalığına yakalanma riski doğuyordu. Öte yandan, yetersiz materyal kullanımı ise bağışıklık yanıtını tetikleyemediğinden koruyuculuk sağlamıyordu. Bu nedenle, variolasyon ancak deneyimli uygulayıcılar tarafından titizlikle gerçekleştirildiğinde etkili olabiliyordu. Kullanılacak materyalin miktarı konusunda kesin bir dozaj standardı bulunmadığından, genellikle birkaç kabuktan elde edilen materyal kullanılıyordu. Günümüzde böyle bir yöntemin uygulanması gerekseydi, reçetede çok daha kesin ve ölçülebilir bir dozaj yer alırdı. Örneğin, yaklaşık bir çay kaşığı (1-2 gram) kadar materyal önerilebilirdi. Ya da modern farmasötik standartlara uygun şekilde, "0,01 mL Variola virüsü süspansiyonu (10^5 TCID50/mL), steril koşullarda deri çizme yöntemiyle uygulanır" gibi bilimsel bir talimat belirtilirdi.

 

  • Materyal Hazırlığı: Hafif çiçek hastalığı geçirmiş veya iyileşmekte olan bir hastanın kabuklanmış yaralarından küçük bir miktar materyal (genellikle birkaç kabuk veya irin) toplanırdı. Bu kabuklar, variola virüsünü canlı halde içerirdi ve çevresel faktörler nedeniyle genellikle zayıflamış bir formda bulunurdu. Kabuklar, önce gölgede veya düşük sıcaklıkta havayla kurutulur, ardından havanda ezilerek ince bir toz haline getirilirdi. Taze kabuklar yerine birkaç hafta kurutulmuş kabuklar tercih edilirdi, çünkü bu işlem virüsün virülansını azaltarak ağır enfeksiyon riskini düşürürdü. Bazı kültürlerde, materyalin kalitesini artırmak ve virülansı daha da azaltmak için özel saklama yöntemleri veya nadiren fermente etme teknikleri kullanılırdı.

  • Toz Haline Getirme: Kabuklar, önce gölgede veya düşük sıcaklıkta havayla kurutulur, ardından havanda ezilerek ince bir toz haline getirilirdi. Taze kabuklar yerine birkaç hafta kurutulmuş kabuklar tercih edilirdi, çünkü bu işlem virüsün virülansını (bir mikroorganizmanın hastalık yapma gücü) azaltarak ağır enfeksiyon riskini düşürürdü. Bazı kültürlerde, materyalin kalitesini artırmak ve virülansı daha da azaltmak için özel saklama yöntemleri veya nadiren fermente etme teknikleri kullanılırdı.

 

  • Uygulama: Materyalden elde edilen toz;

 

1. Buruna üfleme (nazal insüflasyon) yöntemi: Tarih sayfalarına kaydedilen en eski aşılama denemelerinden biri, M.Ö. 590 yılında Çin'deki Sung Hanedanlığı'nın (960-1279) el yazmalarında ve çizimlerinde karşımıza çıkan"Burun yoluyla üfleme yöntemidir. Günümüzdeki modern spreyler veya inhalerler gibi gelişmiş yöntemlerden çok farklı, oldukça ilkel bir uygulama olan bu teknikte, çiçek hastası kişilerin döküntülerinden alınan materyal, sağlıklı bir kişinin burun deliklerine nazikçe üflenirdi. Çin'de bu işlem ritüelleşmiş olup, genellikle gümüş bir boru kullanılarak erkeklerde sağ, kızlarda ise sol burun deliğine uygulanırdı. Amaç, virüsün solunum yoluyla vücuda girerek hafif bir enfeksiyon başlatmasıydı.
  

2Deriye uygulama yöntemi: Bu yöntemde, keskin bir aletle kol veya bacak üzerinde küçük bir çizik açılırdı. Hafif çiçek hastalığı geçirmiş bir hastadan alınan kabuklardan hazırlanan toz, bu çiziğe nazikçe sürülür ve deriye nüfuz etmesi için hafif bir masaj veya bandajla desteklenirdi. Bu işlem, virüsün deri yoluyla vücuda girerek kontrollü bir enfeksiyon başlatmasını sağlardı.

 

İnokülasyon (inoculation) terimi, Latince inoculare fiilinden türemiştir (in: içine, oculus: göz, tomurcuk). Başlangıçta tarımda bir bitkiyi başka bir bitkiye “aşılamak” (örneğin, bir dalı başka bir ağaca eklemek) anlamında kullanılan bu terim, 18. yüzyılda tıbbi bağlamda çiçek hastalığına karşı bağışıklık oluşturmak için virüs materyalinin kontrollü bir şekilde vücuda verilmesi işlemini tanımlamak için benimsendi. Osmanlı saray hekimi Yunanlı Emmanuel Timoni (1669-1718), 1713’te Philosophical Transactions dergisinde yayımlanan An Account, or History, of the Procuring the Small Pox by Incision, or Inoculation (Çiçek Hastalığının Kesik veya Aşılama Yoluyla Edinilmesine Dair Bir Rapor veya Tarih) başlıklı mektubunda Osmanlı’da yaygın olan deri çizme yoluyla variolasyon yöntemini detaylı bir şekilde tarif ederek Batı’ya tanıttı. Timoni’nin bu çalışması, inoculation teriminin tıbbi çerçevede standardize edilmesine ve variolasyonun Avrupa’da bilimsel olarak tanınmasına öncülük etti.

 

Çiçek hastalığıyla ilgili en eski güvenilir yazılı kaynaklardan biri, Çinli doktor Wan Quan (1499-1582) tarafından 1549 yılında yazılan Douzhen xinfa adlı eserdir. Türkçeye “Çiçek Hastalığı Üzerine Esaslar” olarak çevrilebilecek bu eser, immünolojinin tarihsel gelişiminde önemli bir mihenk taşı olmuştur.

 

12. yüzyılda, Salerno Tıp Okulu ve diğer Avrupa tıp merkezlerinde “variola” terimi çiçek hastalığını tanımlamak için standart hale geldi. Aynı dönemde El-Razi ve İbn-i Sina’nın eserlerinin Latince’ye çevrilmesi, bu terimin Avrupa tıbbında yerleşmesini hızlandırdı.

Ahmed Cevdet Paşa (1822-1895), Osmanlı tarihini anlatan on iki ciltlik "Tarih-i Cevdet" sürdüğü eserinde variolasyonun izini Çinlilerden de önce Uygur Türkleri dönemine (MS 744-840) kadar sürmektedir. O döneme ait bazı tıp kitaplarında kızamık ve çiçek hastalığına ilişkin bilgiler yer almaktadır. Bu uygulamanın, Anadolu’ya gelen Türkler tarafından da çiçek salgınları sırasında kullanıldığı bilinmektedir. Cevdet Paşa’nın kayıtlarında, çiçek aşısının Anadolu Yörükleri arasında yaygın olarak uygulandığı belirtilmektedir. Kaynaklara göre, Türklerin çeşitli çiçek aşısı yöntemleri bulunmaktaydı. Bunlardan en bilineni, çiçek hastalığına yakalanmış birinden alınan irinin ceviz kabuğunda saklanması ve genellikle mayıs ayında gülsuyu ile sulandırılarak, çocuğun kolunda açılan bir çizik üzerine damlatılmasıydı. Bu yöntemle mikrop çocuğa geçer, vücutta 10-15 kadar hafif çiçek çıbanı oluşur ve hastalık genellikle hafif atlatılırdı. Eski Çin’de ise çiçek kabukları sağlıklı kişilerin burunlarına yerleştirilir veya hastaların giysileri sağlam kişilere giydirilirdi. Hintliler ise hastadan aldıkları irini, sağlam kişilerin kollarında açtıkları yaralara sürerlerdi. Türk tıp tarihçisi Prof. Yavuz Unat, Hintliler ve Çinlilerin bu tür bağışıklama yöntemlerini Türklerden öğrenmiş olabileceği görüşünü ortaya koymaktadır. Özellikle, Hint usulü çiçek aşısının Çin'e ulaşmasında Uygur Türklerinin, sıkı ticaret ilişkileri sayesinde önemli bir rol oynadığı belirtilir. Bu yöntemin Çin'den sonra Selçuklular aracılığıyla II. yüzyılda Anadolu'ya getirildiği de ileri sürülmektedir.

 

Feridun Nafiz Uzluk (1902-1974), 7 Kasım 1697 tarihli İstanbul'daki bir mezar taşında "Aşılamacızade Hekim Ali Çelebi" ibaresini tespit etmiştir. "Aşılamacızade" unvanı ("aşı yapanın oğlu" veya "aşıcı soyundan gelen" anlamına gelir), variolasyon uygulamasının nesilden nesile aktarılan bir meslek olduğunu düşündürmektedir. Eğer bu zatın 65 yıl yaşadığı kabul edilirse, çiçek aşısı yapan babasının bu işi yaklaşık 1632'li yıllarda yapmış olduğu ortaya çıkar.

 

Bu bilgiyi destekler nitelikte, Rıfat Osman Bey (1874-1933) de 1632 tarihli, Edirne kadısına yazılmış, aşıcı bir kadına ait bir hükümden bahsetmektedir. Bu iki bulgu, 17. yüzyıl Osmanlı'sında çiçek aşısı (variolasyon) uygulamalarının yaygınlığına ve bu alanda uzmanlaşmış kişilerin varlığına dair önemli kanıtlar sunmaktadır.

Kendisini Türk hekimlere emanet edemeyen Osmanlı’nın 17. padişahı ve 96. İslam halifesi Sultan IV. Murad’ın (1612–1640) özel doktoru Vincent Timoni’nin (Vinko Timonović) torunu Emmanuel Timoni (1669–1718), aynı yaklaşımı sürdüren Osmanlı’nın 23. padişahı ve 102. İslam halifesi Sultan III. Ahmed’in (1703–1730) özel hekimiydi. 

 

Timoni, Osmanlı İmparatorluğu genelinde yaygın olmasa da, Çerkesler, Gürcüler ve diğer Asyalı topluluklar arasında çiçek hastalığına karşı bir tür aşılama yöntemi uygulandığını gözlemledi. Yaklaşık kırk yıldır Türkler ve Konstantinopolis'teki diğer topluluklar arasında da kullanılan bu yöntem, başlangıçta ilkel ve hatta batıl bir uygulama olarak görülüyordu. Ancak, sekiz yıllık dikkatli gözlemler ve binlerce kişide elde edilen başarılı sonuçlar, Timoni’nin tüm şüphelerini ortadan kaldırmasını sağladı. 1713 yılında yayımladığı mektubu, çiçek hastalığına karşı aşılama yönteminin Avrupa’ya bilimsel olarak tanıtıldığı ilk bilimsel belgedir. 

 

İki yıl sonra, Rus Çarı Büyük I. Petro Alekseyeviç Romanov'un (1672-1725) hekimliğini de yapan Venedikli doktor ve diplomat Jacobus (Giacomo) Pylarinos (1659-1718), ikinci kez Venedik konsülü olarak İzmir'e atandığında, Osmanlı topraklarındaki variolasyon uygulamalarına dair benzer gözlemler yaptı.

 

Bu gözlemlerini, 1715 yılında Philosophical Transactions of the Royal Society dergisinde yayımlanan "Nova & Tuta Variolas Excitandi per Transplantationem Methodus, Nuper Inventa & in Usum Tracta" (Çiçek Hastalığını Aşılama Yoluyla Güvenli ve Yeni Bir Şekilde Uyandırma Yöntemi, Yakın Zamanda Keşfedilmiş ve Kullanıma Sunulmuştur) başlıklı mektupla bilim dünyasına duyurdu.

 

Seyahatleri esnasında Pylarinus, bugün orta Yunanistan'da yer alan Teselya (Thessaly) bölgesinde dikkat çekici bir gözlemde bulundu. Burada tanıştığı bir Yunan köylüsü, çocukların ellerini enfekte olmuş bir koyunun yarasına sürerek onları hastalığa karşı bağışık hale getiriyordu. Pylarinus, bu uygulamaya eserinde de yer vererek, "Her Eylül ayında, hava serinlediğinde bazı yaşlı kadınlar aşılamalar (inokülasyon, çizikler) yapar" ifadelerini kaydetmiştir. 

 

Aslında Pylarinos, bu yöntemle ilk kez 1707 yılında Konstantinopolis’e ilk görev atamasıyla geldiği dönemde yaşanan büyük bir çiçek hastalığı salgını sırasında karşılaştı. Bu dönemde, dört küçük çocuğun annesi olan soylu bir kadın, çocuklarını kadın şifacılara götürerek deri çizdirip çiçek hastalığı kabarcıklarından alınan sıvıyla bağışıklık kazandırmayı planladığını söyledi.

 

Pylarinos, bir yandan hekim olarak görüş bildirmesi gereken otorite, diğer yandan annenin endişelerini yatıştırmaya çalışan bir gözlemci olarak bu yöntemle yakından ilgilenmeye başlamıştı.


Atina Vebası, Tarihin En Ayrıntılı Belgelenen İlk Epidemisi

 

Bulaşıcı hastalıkların tarihsel etkilerini belgeleyen ilk kaynaklardan biri, Antik Yunan tarihçisi Thucydides’in (MÖ 460-400) Atina Vebası anlatımıdır. Bu salgın, Yunanistan'ın güneyindeki büyük yarımadanın adıyla anılan ve Antik Yunan dünyasının hâkimiyeti için Atina ile Sparta ve müttefikleri arasında MÖ 431-404 yılları arasında yaşanan Peloponez Savaşı sırasında patlak verdi. Savaş, Atina'nın yükselen gücüne karşı Sparta liderliğindeki Peloponez Birliği'nin mücadelesi olarak başlamıştı.

Peloponez Savaşı’nın ikinci yılında, Atina’ya şehrin tek erzak ve yemek kaynağı olan Pire Limanı üzerinden Etiyopya’dan yayılan salgın ulaşmış ve 250.000-300.000 kişilik nüfusun yaklaşık %25’ini (75.000-100.000 kişi) öldürmüştür. Thucydides, hem bir tarihçi hem de hastalığı bizzat yaşayan bir tanık olarak, salgının belirtilerini (yüksek ateş, şiddetli baş ağrısı, boğazda kanama, öksürük, kusma, ishal, kızarıklıklar ve aşırı susuzluk) detaylı bir şekilde tarif etmiştir. Hayatta kalanların bağışıklık kazandığını ve tekrar hastalanmadığını gözlemleyen Thucydides, hastalananların hastalara yardım etmeye daha yatkın olduğunu, ancak korku nedeniyle birçok kişinin yalnız öldüğünü belirtir. Salgın, Atina’nın savaş gücünü zayıflatarak Peloponez Savaşı’ndaki yenilgisinde önemli bir rol oynamış, toplumsal düzenin ve ahlaki yapının çöküşüne yol açmıştır. Thucydides, hastalığın insandan insana bulaşabileceğini ilk kez yazıya döken kişi olarak tarihe geçmiştir.
 
Atina Vebası’nın nedeni yüzyıllardır tartışılmaktadır. En güçlü teori, savaş koşullarındaki kalabalık ve hijyen eksikliği nedeniyle bitler yoluyla bulaşan epidemik tifüs (Rickettsia prowazekii) olduğudur. Çiçek hastalığı da bir ihtimaldir, ancak o dönemde bu bölgede yaygın olup olmadığı tartışmalıdır. , hıyarcıklı veba (Yersinia pestis) teorisi ise zayıftır, çünkü Thucydides’in anlatımında lenf düğümü şişlikleri gibi tipik veba belirtileri yoktur. 2006’da Kerameikos mezarlığındaki diş örneklerinin DNA analizi, tifo (Salmonella enterica serovar Typhi) bakterisine işaret etse de, metodolojik sorunlar (örneğin, numune kontaminasyonu) nedeniyle kesin bir teşhis konulamamıştır.

Sosyetik Aşı: Dünya Çiçek Hastalığı İnokülasyonunu Bilimsel Yayınlardan Değil, Elit Çevrelerden Öğrendi
 
İmmünoloji tarihinin önemli isimlerinden Lady Mary Wortley Montagu (1689-1762), çiçek hastalığına karşı verilen savaşta unutulmaz bir iz bırakmıştır. 1712'de milletvekili Edward Wortley Montagu (1678-1761) ile evlenen İngiliz aristokrat, yazar ve şair Lady Mary'nin hayatı, 1715 yılının Aralık ayında kökten değişti. Henüz 26 yaşındayken yakalandığı çiçek hastalığı, sadece kendisi için değil, tüm ailesi için derin bir travma oldu; zira iki yıl önce aynı amansız hastalık, sevgili erkek kardeşini de hayattan koparmıştı. Ölümle burun buruna geçen günlerin ardından hayata tutunmayı başarsa da, yüzünde kalan kalıcı izler, Lady Mary'yi hastalığın toplumsal yıkıcılığına bizzat tanıklık etmeye itti. Bu acı deneyim, onu çiçek hastalığına karşı korunma yöntemleri arayışına sokan en güçlü motivasyon kaynağı oldu. 

Tarih 1683'ü gösterdiğinde, Avrupa’daki en geniş sınırlarına ulaşmış Osmanlı İmparatorluğu  II. Viyana Kuşatması, büyük bir kırılma noktası oldu. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa (1635–1683) komutasındaki güçlü Osmanlı ordusu, Lehistan Kralı Jan III. Sobieski (1629-1696) liderliğindeki Kutsal İttifak güçleri tarafından ağır bir yenilgiye uğratıldı. Padişah IV. Mehmed döneminde yaşanan bu yenilgi, Osmanlı'nın Avrupa'daki genişleme çağını sona erdirerek hem askeri gücünü hem de uluslararası alandaki itibarı derinden sarstı. Bu mağlubiyet, Osmanlı’yı diplomatik arenada da zayıflatarak, saldırgan politikalar yerine savunmacı bir strateji benimsemeye zorladı.

1684 yılında Papa XI. Innocentius’un (1611-1689) öncülüğünde, Habsburg Avusturyası (İmparator I. Leopold, 1640-1705), Lehistan-Litvanya Birliği ve Venedik’in katılımıyla Kutsal İttifak kuruldu. 1686’da Rusya’nın (Çar I. Petro) da bu ittifaka dahil olmasıyla Osmanlı İmparatorluğu’na karşı güçlü bir cephe oluşturuldu. Bu koalisyon, Osmanlı'yı Avrupa'dan geri püskürtmek için kapsamlı bir mücadele başlattı ve savaşlar kısa sürede Osmanlı topraklarına sıçradı. Bu çatışmalar, genç bir dehanın yükselişine de sahne oldu: Savoy-Carignan Prensi François-Eugène (1663–1736). Henüz 20 yaşında olan Eugen, 1683'teki Viyana Kuşatması sırasında gösterdiği başarıyla dikkatleri üzerine çekti. Askeri yeteneğini Budapeşte (1686) ve Belgrad (1688) gibi stratejik öneme sahip şehirlerin kuşatmalarında sergileyerek, sadece 25 yaşında mareşal rütbesine ulaştı.
 

Bu çatışmaların sonucunda, 1699 Karlofça Antlaşması'yla Osmanlı, Macaristan'ın büyük bir kısmını kaybetti. Bu kayıplarla başlayan "Büyük Çekilme" dönemi, Osmanlı'nın Balkanlar'daki egemenliğini zayıflattı. Bu kırılma noktası, 19. yüzyılda ortaya çıkan Yunan milliyetçiliğinin Megali İdea (Büyük Fikir) gibi ideolojilerine dolaylı olarak zemin hazırladı ve Türklerin Anadolu'dan kovulmasını hedefleyen projelerin oluşmasına kadar yol açtı.

 

Prens Eugen, 1716'da gerçekleşen Petrovaradin Muharebesi'nde Osmanlı ordusunu bir kez daha bozguna uğrattı. Bu savaşta Osmanlı ordusunun başkomutanı olan Sadrazam Damat Ali Paşa (1667-1716) şehit düşerken, henüz dört yaşındayken nişanlandırılıp beş yaşında evlendirilen Sultan III. Ahmed’in büyük kızı, çocuk gelin Fatma Sultan (1704-1733) dul kaldı. Prens Eugen’in önemli bir askeri üs olan Belgrad'ı ele geçirmesi, Osmanlı'nın Tuna hattındaki savunma sistemini çökertti. Avusturya'nın bu zaferi, Osmanlı İmparatorluğu'nun Macaristan üzerindeki etkisini büyük ölçüde azaltırken, Habsburg İmparatorluğu'nun Orta Avrupa'daki gücünü pekiştirdi. Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kazandığı zaferlerle Avrupa’da büyük ün kazanan Prens Eugen, Habsburgların Orta Avrupa’daki yükselişinde kilit rol oynadı. Onun adı, bu tarihsel etkisinin bir yansıması olarak, bugün Viyana'da Türk Büyükelçiliği'nin de yer aldığı Prinz-Eugen-Straße’ye verilmiştir. Ironik bir şekilde, Osmanlı’ya ağır yenilgiler yaşatan bir mareşalin adı, artık Osmanlı’nın diplomatik temsilciliğinin bulunduğu yerde yaşamaktadır.

 

Bu dönemde, 1716'da Edward, Büyük Britanya Krallığı'nın Konstantinopolis (İstanbul) Büyükelçisi olarak Osmanlı İmparatorluğu'na atandı ve eşi Lady Mary ile birlikte İstanbul'a taşındı. Osmanlı ile Avusturya arasındaki savaşın diplomatik boyutunda görev alan Edward, Büyük Britanya’nın tarafsızlığına dayanarak Osmanlı ile Avrupa devletleri arasındaki diplomatik temasların sürdürülmesine katkıda bulundu. 1718’de, günümüz Sırbistan’ının doğusundaki Požarevac kentinde imzalanan Pasarofça Antlaşması görüşmelerinde önemli bir rol oynadı. Osmanlı Sadrazamı Damat İbrahim Paşa (1660-1730) ile birlikte çalışarak, Büyük Britanya ve Hollanda adına arabuluculuk faaliyetlerinde bulundu. Bu antlaşma sonucunda Avusturya, Osmanlı’dan Belgrad, Banat ve Temeşvar dahil olmak üzere önemli topraklar elde etti ve Habsburg İmparatorluğu, Orta Avrupa’daki en büyük toprak genişlemesine ulaştı.

 

Lady Mary, kendisini tüm bu gelişmelerin ortasında buldu. Eşinin diplomatik görevi dolayısıyla Osmanlı saray çevresine de yakın olan Lady Mary, dönemin siyasi ve toplumsal atmosferine yakından tanıklık etti. Mektuplarında Sultan III. Ahmed’in kızı Fatma Sultan’dan söz ederken, onu “beş yaşında evlendirilmiş, talihsiz bir prenses” olarak nitelendirir. Osmanlı sarayındaki çocuk yaşta evlilikleri “barbarca bir gelenek” olarak değerlendiren Lady Mary, “Bu ülkedeki kadınlar, en görkemli saraylarda bile özgürlükten yoksun bırakılıyor. Sultan’ın küçük kızı henüz beş yaşında evlendirildi...” sözlerine yer verir. Ayrıca, Fatma Sultan'ın ilk eşinin ölümünün ardından derin bir yasa boğulduğunu, ancak sarayın ona matem tutma hakkını bile tanımadığını üzüntüyle aktarır. Zira 1717'de, henüz on üç yaşındayken kendisinden yaklaşık 44 yaş büyük olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa (1660-1730) ile evlendirilmişti.

 

Lady Mary, kendisini tüm bu gelişmelerin tam ortasında buldu. Eşinin diplomatik görevi sayesinde Osmanlı saray çevresine yakınlaşan Lady Mary, dönemin siyasi ve toplumsal atmosferine yakından tanıklık etti. Mektuplarında Sultan III. Ahmed’in kızı Fatma Sultan’dan bahsederken, onu “beş yaşında evlendirilmiş, talihsiz bir prenses” olarak betimler. Osmanlı sarayındaki çocuk yaşta evlilikleri “barbarca bir gelenek” olarak nitelendiren Lady Mary, “Bu ülkedeki kadınlar, en görkemli saraylarda bile özgürlükten yoksun bırakılıyor. Sultan’ın küçük kızı henüz beş yaşında evlendirildi...” ifadelerine yer verir. Ayrıca, Fatma Sultan’ın ilk eşinin ölümünden sonra derin bir yas yaşadığını, ancak sarayın ona matem tutma hakkı bile tanımadığını üzülerek aktarır. Nitekim 1717’de, henüz on üç yaşındayken kendisinden yaklaşık 44 yaş büyük olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa (1660-1730) ile evlendirildiğinde, Lady Mary düğün davetlileri arasında yer almıştı.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 1980 yılında çiçek hastalığının küresel olarak yok edildiğini ilan etti ve böylece çiçek hastalığı, insanlık tarihinde tamamen ortadan kaldırılan ilk ve tek bulaşıcı hastalık oldu

çiçek insanlık tarihinin ilk biyolojik silahı olarak kızılderilerde kullanılmıştır. 

Türk Usulü Çiçek Aşısının Avrupa'ya Yayılmasıyla Aşı ve Serum Alanında Yeni Bir Dönemin Açılması | kadircankeskinbora.com

Variolation - Wikipedia

An Account, or History, of the Procuring the Small Pox by Incision, or Inoculation; As It Has for Some Time Been Practised at Constantinople (Çiçek Hastalığının Kesik veya Aşılama Yoluyla Edinilmesine Dair Bir Açıklama veya Tarih; Bir Süredir Konstantinopolis'te Uygulanmakta Olan Yöntem) on JSTOR - Emanuel Timonius - 1713

Introduction of The Variolation 'ala Turca' to The West by Lady Mary Montagu - 40th International Congres  on the History of Medicine - 2006

Vaccination of the Ethnic Greeks (Rums) Against  Smallpox in the Ottoman Empire: Emmanuel  Timonis and Jacobus Pylarinos as Precursors of  Edward Jenner - 2021

Cotton Mather - Wikipedia

Variolation - Wikipedia

Edward Jenner - Wikipedia

Emmanuel Timoni — Wikipédia

Some account of what is said of inoculating or transplanting the small pox "Çiçek Hastalığının Aşılanması veya Nakledilmesi Hakkında Söylenenlere Dair Bir Açıklama) - Cotton Mather - 1721

Lady Mary Wortley Montagu'nün The Turkish Embassy Letters - 2020
Lady Mary Montagu ve Nevşehi̇rli̇ Damat İbrahi̇m  Paşa’nin Şi̇i̇ri̇nden Doğan Bi̇r Şarkı  - Emre Aracı - 2015

Smallpox and the story of vaccination | Science Museum

Onesimus (Bostonian) - Wikipedia

Smallpox - Wikipedia

Lady Mary Wortley Montagu – the forgotten immunisation pioneer - 2021

Lady Mary Wortley Montagu - Wikipedia

Edward Jenner - Vikipedi

Plague of Athens - Wikipedia

Massachusetts Historical Society: Object of the Month - 2021

Inoculation - Wikipedia

Peloponnesian War - Wikipedia

History of the Peloponnesian War - Wikipedia

(PDF) History of Vaccination and vaccine production in Türkiye: From past to present - 2022

8- El-Razi, Arapların Galen’i ve Pediatrinin Babası

History of smallpox - Wikipedia

Nova & Tuta Variolas Excitandi per Transplantationem Methodus, Nuper Inventa & in Usum Tracta: Per Jacobum Pylarinum - 1715

Prince Eugene of Savoy - Wikipedia
Eskişehir Web Tasarım