PAHSSc, Nadir Hastalıklar Gününü Destekliyor

AKCİĞER NAKLİNİN TARİHÇESİ -2.25.4- BAĞIŞIKLIK YANITININ MEKANİZMALARI AÇIKLANMAYA BAŞLANDI - 2025.07.01

Akciğer Naklinin Tarihçesi -2.25.4- Bağışıklık Yanıtının Mekanizmaları Açıklanmaya Başlandı

 

Robert Koch'un (1843-1910) hastalıkların kaynağının mikroorganizmalar olduğunu ortaya koyması, bilim dünyasında büyük bir dönüm noktası oldu. Bu devrim niteliğindeki bilgiyle birlikte, akıllara hemen yeni ve çok önemli bir soru geldi: "Vücut, bu gözle görünmeyen düşmanlara karşı kendini nasıl koruyor?" Bilim insanları bu sorunun peşine düşerken, bağışıklık sisteminin işleyişi hakkında iki temel teori ortaya çıktı.

 

1- Hücresel Bağışıklık Teorisi 

  

1882 yılında Rus zoolog İlya Meçnikov (1845–1916), denizyıldızı larvalarında yaptığı gözlemlerle bağışıklık sistemi için çığır açan bir keşfe imza attı. Larvalara batırdığı küçük dikenlerin etrafında belirli hücrelerin toplandığını fark eden Meçnikov, bu hücrelerin zararlı maddeleri yutma ve yok etme yeteneğine sahip olduğunu belirledi. Bu hücrelere, Yunanca "yemek" ya da "yutmak" anlamına gelen fagein ve "hücre" anlamındaki kytos (modern biçimiyle 'cyte' veya Türkçede 'sit') kelimelerinden türeterek "fagosit" (yiyen ya da yutan hücre) adını verdi.

 

Meçnikov'un bu keşfi, bağışıklık sisteminin temel savunma mekanizmalarından biri olan fagositozun tanımlanmasına yol açtı. Ona göre bağışıklığın temelini, vücuda giren mikropları tanıyıp yok eden bu fagosit hücreler oluşturuyordu. Bu görüş, hücresel bağışıklık teorisi olarak adlandırıldı ve bağışıklık yanıtının mikropların doğrudan yutulmasıyla sağlandığını savundu. Bu mekanizma, doğuştan gelen (innate) bağışıklığın temelini oluşturur.

 

Enfeksiyonlara karşı vücudun ilk savunma hattını oluşturan doğuştan gelen bağışıklık sistemi, o dönemde henüz tam olarak anlaşılmamıştı.

 

  • Deri, kendini sürekli yenileyen yapısıyla mikropların girişini engeller.
  • Mukus ve gözyaşı gibi salgılar, mikroorganizmaları hapsederek dışarı atılmalarını sağlar.
  • Mide asidi, güçlü asidik yapısıyla pek çok patojeni etkisiz hale getirir.
  • Vajina ve bağırsaklardaki doğal mikroflora, zararlı mikropların çoğalmasını sınırlayarak denge sağlar.
  • Ayrıca, meni (semen) gibi bazı vücut sıvılarının da antimikrobiyal özellikler taşıdığı, ancak bu koruyucu işlevin anlaşılması ileriki yılları bulmuştur.


Bu unsurlar bir araya gelerek vücudu ilk anda koruyan fiziksel ve kimyasal bir bariyer sistemi oluşturur.

 

2- Sıvısal (Humoral) Bağışıklık Teorisi

 

2.1 Aleksin

Aynı dönemde, bağışıklıkla ilgili farklı bir yaklaşım gelişmekteydi. Alman bilim insanı Hans Ernst August Buchner (1850–1902), 1889 yılında yaptığı çalışmalarda, kan serumunun (hücrelerden arındırılmış ve steril koşullarda hazırlanmış kanın sıvı kısmı) bazı bakterileri öldürebildiğini keşfetti. Buchner, bu bakterisidal (bakteri öldürücü) etkiyi, serumda bulunan ve 56–60 °C sıcaklıkta etkisizleşen ısıya duyarlı bir maddeye bağladı.

Bu maddeye, Yunanca “savuşturmak” veya “korumak” anlamına gelen alexein kelimesinden esinlenerek “aleksin” adını verdi. Bulgularını, “Ueber die bakterientödtende Wirkung des zellenfreien Blutserums” (Hücresiz Kan Serumunun Bakteri Öldürücü Etkisi Üzerine) başlıklı makalesinde yayımladı. Daha sonra Paul Ehrlich, bu maddenin antikorlarla birlikte çalışarak patojenlere karşı savunmada kritik bir rol oynadığını gösterdi ve ona “komplement” (tamamlayıcı/yardımcı) adını verdi. Ehrlich, bu görüşünü, Royal Society tarafından William Croone’un (1633–1684) anısına düzenlenen ve 1738 yılında başlatılan yıllık Croonian Dersi kapsamında, 1900 yılında yaptığı “On Immunity with Special Reference to Cell Life” (Bağışıklık Üzerine, Özellikle Hücre Yaşamı Bağlamında) başlıklı sunumunda dile getirdi.

 

Komplement sistemi, doğuştan gelen bağışıklığın temel bileşenlerinden biridir ve aynı zamanda edinilmiş bağışıklık ile arasında bir köprü görevi görür. Günümüzde, vücudun kendini koruma yeteneğini artıran temel bir savunma mekanizması olarak kabul edilmektedir.  Mikropları tanıyıp işaretleyerek yok ederek enfeksiyonlara karşı hızlı bir savunma başlatır. Bununla birlikte, bağışıklık yanıtını dengede tutarak vücudun kendi sağlıklı hücrelerine zarar vermesini önler. Bu keşif, bağışıklığın yalnızca hücrelere değil, kan ve vücut sıvılarında dolaşan proteinlerle de sağlandığını da ortaya koymuştur.

 

2.2 Antitoksin

 

1890 yılında, Alman bilim insanı Emil von Behring (1854-1917) ve Japon meslektaşı Shibasaburo Kitasato (1853-1931), difteri ve tetanoz gibi hastalıklara karşı bağışıklık sisteminin özel bir savunma geliştirdiğini keşfettiler. Berlin’de Robert Koch'un direktörlüğünü yaptığı Berlin'deki Hijyen Enstitüsü'nde gerçekleştirdikleri deneylerde, bu hastalıkların toksinlerini (zehirli maddelerini) laboratuvar hayvanlarına enjekte ettiler. Hayvanların bağışıklık sistemi, bu toksinlere karşı koruyucu maddeler üretti. Daha sonra, bu bağışıklık kazanmış hayvanların kan serumunu (kanın hücre içermeyen sıvı kısmı) alarak, henüz hastalığa yakalanmamış diğer hayvanlara enjekte ettiler. Bu işlem sonucunda, hastalık geçirmemiş sağlıklı hayvanlar da hastalığa karşı direnç kazandı

Bu iki bilim insanı, kanda bulunan bir maddenin yabancı mikroplarla (antijenlerle) etkileşime girerek bağışıklık tepkisini başlattığını keşfederek, 'hümoral edinilmiş bağışıklık sistemi' kavramının temellerini attılar.

 

Bu uygulama pasif bağışıklık olarak adlandırılır, çünkü bağışıklık vücudun kendi savunma sistemiyle değil, dışarıdan alınan hazır koruyucu maddelerle sağlanır. Behring ve Kitasato, bu koruyucu maddelere "antitoksin" adını verdiler ve yöntem daha sonra "serum tedavisi" olarak tanımlandı.

 

Bu buluş, "antitoksin" kavramının gelişmesine ve pasif bağışıklık uygulamalarının temelinin atılmasına öncülük ederek, hastalıkların tedavisinde serum kullanımının temelini oluşturdu.

 

O dönemde difteri, çocuk ölümlerinin başlıca nedenlerinden biriydi. Behring’in bu hastalığın tedavisindeki başarısı, ona kamuoyunda ‘çocukların kurtarıcısı’ unvanını kazandırdı. Difteri tedavisinde çığır açan bu gelişme sayesinde, Nobel Ödülleri’nin verilmeye başlandığı 1901 yılında, tıp alanındaki ilk Nobel Ödülü Behring’e verildi.

 

Bu bulgularını 1890 yılında "Über das Zustandekommen der Diphtherie Immunität und der Tetanus Immunität bei Thieren" ("Hayvanlarda difteri ve tetanoz bağışıklığının oluşma mekanizması") başlıklı makalede yayımlayarak bilim dünyasına sundular.


Dedikodu: Bilimsel İşbirliğin Gölgesinde: Behring, Kitasato ve Ehrlich’i Difteri Serumu Sürecinden Dışladı

 

1890 yılında Emil von Behring ve Japon bilim insanı Shibasaburo Kitasato, difteri ve tetanos hastalıklarına karşı antitoksin serumları geliştirdi. Ancak bu ilk serumlar düşük etkinlikteydi ve tutarlı sonuçlar vermiyordu. 1893’e kadar Berlin Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü’nde çalışmalarını sürdüren Behring, Robert Koch’un önerisiyle bağışıklık deneylerinde uzman Paul Ehrlich ile iş birliği yaptı. Ehrlich’in fareler üzerindeki deneyleri, laboratuvar hayvanlarının bağışıklık seviyesini hızla artırmayı başardı ve bu ortaklık büyük bir başarı getirdi.

 

1894’ün başında difteri serumuyla yapılan klinik testler olumlu sonuç verdi. Aynı yılın Ağustos ayında, Alman ilaç firması Hoechst, “Behring-Ehrlich Difteri Çözümü”nü piyasaya sürdü. Ehrlich, serumun kalitesini artırmada ve bağışıklığı güçlendirmede kritik bir rol oynadı. Ayrıca, difteri antitoksininin dozajını standartlaştırmak için bir ölçü birimi geliştirdi; bu, biyolojik ürünlerin tarihteki ilk standartizasyonu oldu.

 

Behring, bilimsel başarılarının yanı sıra ticari yetkinliğiyle de dikkat çekti. Hoechst ile yaptığı anlaşmayla antitoksinin üretim ve pazarlamasını sağladı. Ancak, başlangıçta Ehrlich ile karın eşit paylaşılması planlanırken, Behring’in ticari hamleleri sonucu Ehrlich’in payı yalnızca yüzde 8’e düştü. 1894’te Marburg Hijyen Enstitüsü’nün direktörü olan Behring, ekibini “tek lider” olarak yönetmeye çalıştı. Ehrlich’in standartizasyon yöntemleri için telif ücreti talebini reddetti ve fikri mülkiyetin kendisine ait olduğunu savundu.

 

Behring’in hırslı kişiliği, ekip arkadaşlarının katkılarını gölgelemesine yol açtı. Kitasato’nun 1890’daki tetanos antitoksini keşfindeki kilit rolü, Behring’in sonraki yayınlarında küçümsendi. Behring, difteri serumuyla ilgili makaleleri tek imzayla yayımlayarak Kitasato’yu ve diğer ekip üyelerini adeta görünmez kıldı. Bu tutum, ekibin dağılmasına neden oldu.

 

Dağılmanın Sonuçları ve Kitasato’nun Tepkisi: Kitasato, bu adaletsizlik karşısında Japonya’ya döndü ve 1892’de Kitasato Enstitüsü’nü kurarak bağımsız bir araştırma geleneği başlattı. Bu enstitü, Japonya’da modern mikrobiyoloji ve immünoloji çalışmalarının temelini attı. Ehrlich ise Hoechst’ten ayrılarak 1896’da Berlin’de Serum Araştırma Enstitüsü’nü (Institut für Serumforschung und Serumprüfung) kurdu ve kendi yoluna devam etti. Herkes kendi yolunu çizerken, Behring’in bireysel şöhreti önceleyen yaklaşımı, bilimsel iş birliklerinde tartışmalara yol açtı. 1901’de Behring, difteri antitoksini çalışmaları nedeniyle Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü kazandı, ancak Kitasato’nun ödül dışı kalması ve Ehrlich’in katkısının yeterince takdir edilmemesi, bilim camiasında eleştirilere neden oldu.

 

Antikor

 

1897 yılında Alman bilim insanı Paul Ehrlich (1854–1915) “Aus dem Institut für Serumforschung und Serumprüfung. Zur Kenntniss der Antitoxinwirkung (Serum Araştırma ve Serum Test Enstitüsü'nden Antitoksin Etkisini Anlama Üzerine) başlıklı makalesinde bağışıklığın temel taşı olacak “antikor” kavramını ilk kez ortaya koydu.

Ehrlich’in geliştirdiği yan zincir teorisine göre, hücrelerin yüzeyinde belirli toksinlere veya yabancı maddelere özgül olarak bağlanabilen özel yapılar bulunuyordu. Ehrlich, bu yapıları "yan zincirler" (Almanca: Seitenketten veya Receptor) olarak adlandırdı.

Teoriye göre, bir toksin hücreye ulaştığında, bu yan zincirlere bağlanıyor ve onları adeta "kapıyordu". Hücre, bu kaybı telafi etmek için aynı yapıyı yeniden üretiyordu. Zamanla, bu fazla üretilen yan zincirler hücre yüzeyinden ayrılarak kana karışıyor ve serbestçe dolaşmaya başlıyordu. Ehrlich, bu serbest yapıların, toksinleri tanıyıp onlara bağlanarak etkisiz hale getirdiğini fark etti. İşte bu dolaşımdaki moleküllere "antikor" adını verdi.

Türkçeye Almancadan geçen “antikor” terimi, Anti  (karşı) ve Körper (vücut) kelimelerinin birleşiminden türetilmiştir. Uluslararası literatürde ise bu kavram, İngilizceye birebir çevirisi olan “antibody” olarak geçmiştir. Ehrlich’in geliştirdiği bu teori, bağışıklık sisteminin sadece yabancı maddeleri genel olarak değil, her bir yabancı maddeye özgü olarak tanıyıp hedef alabilmesini ifade eden özgüllük (spesifiklik) ilkesini açıklayan ilk bilimsel model olmuştur.

 

Ehrlich’in çalışmaları sadece bağışıklık bilimiyle sınırlı kalmadı. 10 Ağustos 1907 tarihinde, İngiltere'deki Halk Sağlığı Kraliyet Enstitüsü (Royal Institute of Public Health) tarafından Londra’da düzenlenen Harben Dersleri kapsamında verdiği “Experimental Researches on Specific Therapeutics” (Spesifik Tedaviler Üzerine Deneysel Araştırmalar) başlıklı sunumunda, enfeksiyonlara neden olan mikroorganizmaları doğrudan hedef alacak ilaçların geliştirilmesi gerektiğini vurguladı. Bu bağlamda, hastalıklı hücreleri hedef alan seçici tedavi fikrine “Sihirli Mermi” (Zauberkugel / Magic Bullet) adını verdi ve bu kavramı uluslararası tıbbın gündemine taşıdı.

 

Ehrlich, bakterilere karşı etkili kimyasal ajanlar geliştirme hedefiyle çalışmalarını derinleştirirken, Yunanca chemeia (kimya) ve therapeia (tedavi) kelimelerinden türettiği “kemoterapi” (chemotherapy) terimini de bilim dünyasına kazandırdı. Bu terimi, 31 Ekim 1908'de Almanya'da düzenlenen Alman Kimya Derneği (Deutsche Chemische Gesellschaft) konferansında, bakteriyel enfeksiyonların tedavisinde kimyasal maddelerin kullanımını tanımlamak amacıyla ilk kez resmen kullandı.

 

1904’te Almroth Edward Wright (1861-1947), antikorların sadece toksinleri etkisizleştirmediğini, aynı zamanda bakterilerin yüzeyini kaplayarak onları fagositler için “işaretlediğini” (bu sürece opsonizasyon denir) gösterdi.

 

Böylece mikrop teorisinin temellerinin atıldığı 19. yüzyılın sonlarından başlayarak, hücresel (fagositoz) ve sıvısal (humoral) mekanizmaların iş birliği, modern immunolojinin omurgasını oluşturdu.

 

Paul Ehrlich'in Gözünden Bağışıklık Sistemi: Anahtar ve Kilitler Benzetmesi

Ehrlich’e göre bağışıklık sistemi, vücudu koruyan son derece özgül ve etkili bir güvenlik ağıdır. Bu güvenlik sisteminin temel prensibi şudur:

 

1. Düşmanın Tanınması ve Hedef Belirleme (Antijen ve Yan Zincirler):Vücuda dışarıdan kötü bir "hırsız" veya "davetsiz misafir" – örneğin bir bakteri veya virüsün salgıladığı bir toksin – girdiğini varsayın. Bu düşmanın üzerinde kendine özgü bir "anahtar" (antijen) bulunur. Bağışıklık sisteminin savunma hücreleri ve kanda dolaşan koruyucu proteinler (antikorlar veya Ehrlich'in tabiriyle "antitoksinler") ise yüzeylerinde binlerce farklı türde "kilit" (Ehrlich'in "yan zincirleri" veya modern adıyla "reseptörleri") taşır. Her kilit, yalnızca belirli bir düşmanın "anahtarıyla" tam olarak eşleşecek şekilde tasarlanmıştır. Hırsızın üzerindeki "anahtar"ın, tam olarak uyduğu bir "kilit" ile karşılaşmasıyla tanıma ve birleşme gerçekleşir. 

 

2. Alarm ve Aşırı Üretim: Hırsızın "anahtarı" bir savunma hücresinin "kilidine" oturduğunda, o hücre bir "alarm" verir ve aktif hale gelir. Ehrlich'in teorisine göre, bu hücre, tıpkı bir fabrikada olduğu gibi, düşmanın "anahtarına" özel, tam uyumlu binlerce, hatta yüz binlerce yeni antikor (yani "kilit" görevi gören savunma proteinleri) üretmeye başlar ve bunları kana salar. Bu antikorlar, hücre yüzeyinden ayrılarak kan dolaşımına dağılır ve aynı türden "anahtarı" taşıyan diğer istilacıları tanıyıp etkisiz hale getirmek üzere savunma sisteminin farklı noktalarına yönelir. 

 

Bu süreç yalnızca hedefe yönelik olmakla kalmaz, aynı zamanda yoğun ve çoğu zaman ihtiyacın ötesine geçen bir yanıt üretir. Paul Ehrlich’in kuzeni olan Alman patolog Karl Weigert (1845–1904), bu durumu şöyle özetlemiştir: 

 

“Biyolojik onarım mekanizmaları, hasarın boyutundan bağımsız olarak otomatik olarak devreye girer ve çoğu zaman gerçek ihtiyacın önüne geçer.”

 

Weigert’in bu gözlemi, bağışıklık sisteminin yalnızca anlık savunma için değil, aynı zamanda gelecekteki potansiyel tehditlere karşı da aşırıya kaçma potansiyeli taşıyan bir onarım refleksiyle çalıştığını ortaya koyar. Bu durum, bazı otoimmün hastalıklarda veya aşırı inflamatuvar tepkilerde açıkça gözlemlenir.

 

3. Düşmanın Etkisiz Hale Getirilmesi (Nötralizasyon): Kan dolaşımına salınan bu serbest antikorlar, hırsızların (bakterilerin/toksinlerin) etrafını sarar ve üzerlerindeki "anahtarlara" sıkıca bağlanır. Bu bağlanma, hırsızların hareket etmesini, çoğalmasını veya zarar vermesini engeller. Bazen de hırsızı, diğer temizlik ekiplerinin (fagositlerin) kolayca tanıması ve yok etmesi için üzerine bir "işaret" koyar.

 

Komplement Sisteminin Tamamlayıcı Rolü: Polis Özel Harekat (PÖH)

 

Vücudun düşmanlarla savaşan savunma ekibinin önemli bir parçası da Komplement sistemidir. Bu sistem, düşmanı etkisiz hale getirmek için farklı görevleri olan bir grup özel kuvvetler birliği gibidir. Antikorların işaretlediği veya doğrudan karşılaştığı düşmanlara karşı devreye girerek bağışıklık yanıtını tamamlar ve güçlendirir.

 

  • Düşmanı İşaretleme (Opsonizasyon): Bir komplement proteini, bakterinin üzerine yapışarak onu "işaretler". Bu, diğer bağışıklık hücreleri (fagositler, yani yiyici hücreler) için bakterinin "Av! Bunu yakala ve yut!" diye bağırması gibidir. Yani, fagositlerin düşmanı daha kolay tanımasını ve yutmasını sağlayan bir hedef işaretleyici görevi görür.

 

  • Düşmanı Doğrudan Delme ve Yok Etme (Hücre Lizi): Bazı komplement proteinleri bir araya gelerek bakterinin zarında küçük delikler açan bir "delici takım" oluşturur. Bakterinin içine su dolar ve bakteri patlayarak ölür. Bu, düşman kalesinin (bakterinin) duvarını delip içeri girmek ve onu doğrudan yok etmek gibidir.

  • Yardım Çağırma ve İltihaplanma: Komplement proteinlerinin bazı parçaları, etrafa "Burada bir tehlike var! Daha fazla savunma gücü gönderin!" sinyalleri yayar. Bu sinyaller, diğer bağışıklık hücrelerini enfeksiyon bölgesine çeker ve iltihaplanma sürecini başlatır. Yani, acil durum alarmı çalıp bölgeye takviye kuvvet çağıran bir haberci gibidir.

 

Daha Güçlü Savunma (Bağışıklık Hafızası)

 

Bu karmaşık ve katmanlı süreç sonucunda, vücut o belirli hırsıza karşı "nasıl kilit üretileceğini" ve hangi ek savunma mekanizmalarını devreye sokacağını öğrenmiş ve bu bilgi belleğine kaydetmiştir. Eğer aynı hırsız bir daha gelirse, vücut bu sefer çok daha hızlı ve güçlü bir şekilde, çok daha fazla antikor üreterek ve komplement sistemini daha etkili kullanarak onu etkisiz hale getirir ve hastalığın oluşmasını engeller veya etkisini azaltır.

 

Kısacası, Ehrlich'in teorisi, vücudun her düşmanı rastgele değil, tıpkı bir anahtarın kilidini açması gibi son derece özgül bir şekilde tanıdığını ve ona özel bir savunma geliştirdiğini anlatır. Bu özgüllük, modern immünolojinin temel taşlarından biridir.

 

 

Organ naklinde ise...

 

Bir başka bakış açısıyla, vücuda nakledilen yabancı bir doku ya da organ da aynı güvenlik alarmını devreye sokar. Çünkü bağışıklık sistemi bu dokuyu “kendine ait olmayan” bir davetsiz misafir olarak algılar ve onu ortadan kaldırmak üzere ret tepkisini (rejeksiyon) başlatır.

 

Günümüz tıbbında, nakledilen organa karşı gelişen ilk ret tepkisi, siklosporin veya takrolimus gibi immünosüpresan ilaçlarla etkili bir şekilde kontrol altına alınır. Bağışıklık sistemi, yabancı dokuyu tanıyarak özgül bir savunma tepkisi başlatsa da, bu tedaviler nakledilen organın vücutta uzun yıllar işlevsel kalmasını sağlayarak organ naklinin başarısını artırır.

 

Ne var ki, bağışıklık sistemi bu ilk karşılaşmayı unutmaz. Yabancı dokuya özgü bilgileri hafızasına kaydeder ve bir sonraki karşılaşmaya karşı daha hazırlıklı hale gelir. Eğer bağışıklık baskılayıcı ilaçlar aksatılırsa ya da bağışıklık sistemi bu ilaçların etkisini aşacak kadar güçlenirse, aynı dokuya karşı ikinci bir ret tepkisi gelişebilir. Bu ikinci yanıt, genellikle daha hızlı, daha güçlü ve daha yıkıcıdır. Çünkü bağışıklık sistemi artık bu “davetsiz misafiri” tanımakta ve ona karşı daha etkili bir savunma planını çok daha kısa sürede devreye sokmaktadır

 

Bu nedenle, organ nakli sonrası bağışıklık baskılayıcı tedavilerin hekiminizin önerdiği doz ve sürede, düzenli ve dikkatli bir şekilde kullanılması hayati önem taşır. İlaçlarınızı aksatmadan almak, dozları değiştirmemek ve kontrollerinizi ihmal etmemek, nakledilen organın vücut tarafından reddedilmesini önlemenin en etkili yoludur.

Unutmayın: Siz unutsanız da bağışıklık sistemi unutmaz! İlk karşılaşmayı hafızasına kaydeder ve ikinci karşılaşmada çok daha hızlı ve güçlü bir yanıt verir. Bu nedenle, tedavi sürecine göstereceğiniz özen sadece organlarınızın değil, aynı zamanda yaşam kalitenizin de güvencesidir.

 

Gelecek Konu: Akciğer Naklinin Tarihçesi -2.25.3- İmmünolojinin (Bağışıklık Biliminin) Doğuşu - Çiçek Hastalığı 

 

  

KAYNAKÇA:

 

    1. PAHSSc - Türkiye'de Akciğer Naklinin Tarihçesi
    2. A History of Organ Transplantation: Ancient Legends to Modern Practice - David Hamilton - 2012
    3. Historical Overview of Transplantation - PMC - 2013
    4. Über das Zustandekommen der Diphtherie Immunität und der Tetanus Immunität bei Thieren - Behring und Kitasato - 1890
    5. Leo Loeb - Wikipedia
    6. National Academy of Sciences - Leo Loeb (1869-1959) - A Biographical Memoir by Ernest W. Goodpasture - 1961
    7. The many faces of biological individuality - Thomas Pradeu - 2016
    8. Experimental Pathology and the Origins of Tissue Culture: Leo Loeb's Contribution - Jan A. Witkowski - 1983
    9. Élie Metchnikoff - Wikipedia
    10. Hans Ernst August Buchner - Wikipedia
    11. Emil von Behring - Wikipedia
    12. Kitasato Shibasaburō - Wikipedia
    13. Paul Ehrlich - Vikipedi
    14. Croonian Lecture: On Immunity with Special Reference to Cell Life - Paul Ehrlich - 1899
    15. Almroth Wright - Wikipedia
    16. Mustard gas - Wikipedia
    17. Louis S. Goodman - Wikipedia
    18. Alfred Gilman Sr. - Wikipedia

  


Yazan: Kamil Hamidullah / KASIM 2023
Önceki güncelleme: 
Son güncelleme: Kamil Hamidullah / TEMMUZ 2025


 

Önceki Konu: Akciğer Naklinin Tarihçesi -2.25.3- İmmünolojinin (Bağışıklık Biliminin) Doğuşu - Çiçek Hastalığı 

 

 

 

#AkciğerNakli #PAHSSc #LungTransplant #OrganBağışı #OrganNakli #OrganDonation #LeoLoeb #LTx #immünoloji #ElieMetchnikoff #Hans Buchner #EmilvonBehring #PaulEhrlich #ShibasaburoKitasato #AlmrothWright

 

 
Eskişehir Web Tasarım