Mstislav Aleksandrovich Novinsky (1841-1914)
Aynı Türler Arasında İlk Başarılı Tümör Naklini Gerçekleştiren ve Doku Reddi Üzerine İlk Bulguları Ortaya Koyan Bilim İnsanı
19. yüzyılın sonlarına doğru, kanserin grip ya da kolera gibi bulaşıcı olabileceği yönünde yaygın bir endişe vardı. Bu dönemde Rus bilim insanı Novinsky, bu algıyı kökten sarsacak nitelikte deneysel bir çalışmaya imza attı.
1876 yılında yayımladığı “О прививании рака при новообразовании” (Neoplazmada Kanserin Aşılama Yoluyla Nakli) başlıklı araştırmasında, yalnızca köpeklerde görülen vajinal miksosarkomu — günümüzde canine transmissible venereal tumor (CTVT, Köpeklerde Bulaşıcı Veneral Tümör) olarak bilinen — bir köpekten alarak başka bir köpeğe başarıyla nakletti. Bu deney, canlıdan canlıya gerçekleştirilen ilk başarılı tümör nakli olarak kayıtlara geçti. 19 Aralık 1875 tarihli bu girişim (“Опытъ М 1-й” – Deney No 1), aynı türden bireyler arasında yapılan (homogreft) ilk sistematik tümör nakli olma özelliğini taşıyordu.
19. yüzyılın sonlarına dek doku nakli uygulamaları, büyük ölçüde kişinin kendi vücudu içinde yapılan (otogreft) deri nakilleriyle sınırlıydı. Bu işlemler genellikle plastik cerrahinin alanına giriyor ve estetik ya da onarıcı amaçlarla uygulanıyordu.
Novinsky'nin çalışmaları, bu dar çerçevenin dışına çıkarak canlı tümör dokusunun, aynı türden başka bir bireye nakledildiğinde hayatta kalabildiğini ve yeni bir tümör oluşturabildiğini deneysel olarak tekrarlanabilir şekilde ortaya koydu. Bu bulgu, transplantasyon (organ veya doku nakli) araştırmalarında büyük bir dönüm noktasıydı. Ayrıca, başarılı nakil sonrası yapılan mikroskobik incelemede, nakledilen tümörün, verici köpekteki orijinal tümörle aynı hücresel yapıya sahip olduğu ve alıcı köpekte akciğer gibi uzak organlara metastaz yapabildiğini gösterdi. Böylece, nakledilen dokunun yalnızca tutunduğu değil, biyolojik olarak aktif kaldığı da kanıtlandı.
Bu deneyler, gelecekte bağışıklık yanıtı ve doku reddi gibi süreçlerin anlaşılmasına ışık tutacak temelleri attı. Aynı zamanda, eğer kanser hücreleri bir bireyden diğerine nakledildiğinde yaşamlarını sürdürebiliyor ve çoğalabiliyorsa, sağlıklı dokuların ve organların da benzer şekilde işlev görebileceği fikrini güçlendirdi.
Novinsky’nin katkıları yalnızca bilimsel değildi; aynı zamanda toplumsal bir yanılgıyı da hedef alıyordu. O dönemde kanserin grip gibi havayla, kolera gibi suyla veya basit bir temas yoluyla bulaşan bir hastalık olduğuna inanılıyordu. Novinsky ise, yalnızca canlı tümör hücrelerinin doğrudan aktarılmasıyla yeni bir tümör gelişebileceğini deneysel olarak gösterdi. Bu sayede, kanserin enfeksiyöz değil, özel hücresel koşullarda ortaya çıkan bir hastalık olduğu netlik kazandı.
Çalışmaları, kanserin laboratuvar ortamında kontrollü biçimde incelenmesini mümkün kılarak deneysel onkolojinin temellerini attı ve bu hastalığın biyolojik doğasına dair modern anlayışın önünü açtı.
Novinsky, bulgularını 1877 yılında “К вопросу о прививании злокачественных опухолей” (Kötü Huylu Tümörlerin Nakli Üzerine) başlıklı teziyle yayımladı.
Novinsky, 44 tümör nakli denemesinin yalnızca birinde başarı elde etti. Bu deneyde, verici köpek 4 yaşında, dişi, sarı renkli bir sokak köpeğiydi ve burun bölgesinde hızla büyüyen, mikroskobik olarak “epitelyal tipte, beyin dokusuna benzer (medüller) kanser” tanısı konmuş bir tümöre sahipti. Taze tümör dokusu, bir aylık erkek yavru köpeğin göğüs bölgesine nakledildi ve burada yeni bir tümör gelişti. Bu başarılı nakilden sonra, oluşan yeni tümörden tekrar başka köpeklere tümör dokusu nakletmeyi denedi. Bu yönteme “seri nakil” (ardışık nakil) denir: Başarıyla tutan bir tümörden alınan dokunun, başka hayvanlara tekrar tekrar nakledilmesiyle yapılan deneylerdir. Novinsky’nin seri nakil denemelerinde de bazı yeni tümörler oluştu, ancak bu başarılar çok sınırlıydı ve çoğu deneme başarısızlıkla sonuçlandı.
Novinsky’nin gerçekleştirdiği 44 tümör naklinden 17’si sağlıklı dokulara (6’sı yavru köpek, 1’i at, 1’i tay), kalan 27’si ise iltihaplı dokulara sahip yetişkin köpeklerde yapıldı. O dönemde, iltihaplı dokunun artan kan akışı ve hücresel aktivite nedeniyle nakledilen tümör hücrelerinin tutunması için daha elverişli bir ortam sunduğu düşünülüyordu. Bu nedenle Novinsky, bazı deneylerinde köpeklerin derisinde önceden yanık veya kimyasal maddeyle iltihap oluşturarak, tümör dokusunu bu bölgelere nakletti.
Başarılı nakilden sonra Novinsky, başarısız denemelerin ardındaki nedenleri anlamaya çalıştı. Kendi araştırmalarında gözlemlediği doku tutunmaması sorunları (iltihaplanma ve apse oluşumu gibi), modern tıpta "doku reddi" olarak bilinen sürecin erken belirtileriydi. Bu durumu daha iyi kavramak için Novinsky, o dönemin bilimsel literatürünü ve diğer araştırmacıların deneyimlerini titizlikle inceledi. Hangi adımların başarısızlığa yol açtığını ve hangi uygulamaların başarılı sonuçlar verdiğini belirlemek amacıyla kapsamlı bir araştırma yaptı.
Bu bağlamda öne çıkan isimlerden biri de İtalyan cerrah Giuseppe Baronio'ydu (1759-1811). Baronio, 1804'te yayımladığı "Degli Innesti Animali" (Hayvanlarda Greftler) adlı çalışmasında, koyunlar üzerinde hem otolog (aynı bireyden) hem de allojenik (farklı bireylerden) deri nakilleri gerçekleştirdi. Otolog nakillerde başarı elde etmesine rağmen, allojenik nakillerin çoğunun başarısız olduğunu gözlemledi. Nakledilen dokuların genellikle birkaç gün içinde parçalandığını veya tamamen yok olduğunu gözlemledi. Baronio, bu durumu ya dokunun yeterince canlı olmamasına ya da alıcı canlının gösterdiği biyolojik dirençle açıkladı. Ayrıca, greftin hazırlanmasındaki teknik eksikliklerin de sonucu etkilediğine dikkat çekti.
Alman cerrah Johann Friedrich Dieffenbach (1792-1847), 1829 ile 1834 yılları arasında beş yıllık bir seri halinde yayınladığı "Chirurgische Erfahrungen, besonders über die Wiederherstellung zerstörter Theile des menschlichen Körpers nach neuen Methoden (Cerrahi Deneyimler, Özellikle İnsan Vücudunun Yok Olan Kısımlarının Yeni Yöntemlerle Restorasyonu)" adlı kapsamlı eserinde, hem insanlarda hem de hayvanlarda otolog (aynı kişiden) ve allojenik (farklı kişilerden) deri nakillerini denedi. Otolog nakillerde bazı başarılar elde etse de, allojenik nakiller genellikle başarısızlıkla sonuçlandı. Dieffenbach bu başarısızlıkları "greftin ölmesi", "enfeksiyon" ve "vücudun yabancı dokuyu kabul etmemesi, reddi" olarak açıkladı. O dönemdeki teknik yetersizliklerin (greftin uygun hazırlanmaması, sterilizasyonun eksik olması) ve hastaların genel sağlık durumlarının da bu sonuçlarda etkili olduğunu belirtti. Dieffenbach, doku reddini günümüzdeki gibi bağışıklık sistemi tepkisi olarak değil, nakledilen dokunun "canlılığını yitirmesi" veya vücudun "yabancı dokuya direnci" olarak yorumladı. Enfeksiyonu ise yara bölgesinde meydana gelen "iltihaplanma" olarak tanımladı ve bu durumu kendi ifadeleriyle şöyle özetledi: "Çoğu durumda nakledilen doku ölür; bu, ya dokunun canlılık eksikliğinden, ya iltihaplanmadan ya da vücudun yabancı dokuyu kabul etmemesinden kaynaklanır."
İngiliz bir cerrah John Wood (1811-1871), 1869 yılında yayımladığı “ On the Transplantation of Skin (Deri Nakli Üzerine) adlı çalışmasında, özellikle yanık ve yaraların tedavisi amacıyla insanlarda otolog (aynı kişiden) ve allojenik (farklı kişilerden) deri nakillerini denedi. Wood, bu denemelerdeki başarısızlıkları "greftin tutmaması", "enfeksiyon" ve "vücudun yabancı dokuyu kabul etmemesi" şeklinde açıkladı. Greftin hazırlanmasındaki hataların ve yara bölgesinin durumunun da sonuçları etkilediğini belirtti. Başarısızlıkları özetlerken, greftin "tutmaması", "iltihaplanma" (enfeksiyon) veya vücudun "kabul etmemesi" gibi ifadeler kullandı ve teknik hazırlığın önemi ile yara bölgesinin koşullarını vurguladı. Wood, doku reddini günümüzdeki gibi bağışıklık sisteminin bir reaksiyonu olarak değil, nakledilen greftin "canlılığını kaybetmesi" veya vücudun "yabancı dokuya gösterdiği tepki" olarak değerlendirdi. Enfeksiyonu ise "yara iltihabı" olarak tanımladı. Bu durumu kendi sözleriyle şöyle ifade etti: "Birçok durumda, nakledilen deri tutmaz; bu, ya dokunun canlılık kaybından, ya iltihaplanmadan ya da vücudun yabancı dokuyu kabul etmemesinden kaynaklanır."
Özetle, cerrahlar otolog (aynı bireyden alınan) deri nakillerinde genellikle başarı sağlarken, allojenik (farklı bireylerden alınan) nakillerde çoğunlukla başarısızlıkla karşılaştıklarını ve nakledilen dokunun kısa sürede kaybolduğunu gözlemlediklerini bildirmiştir. Novinsky ise bu başarısızlıkları dönemin bilgisiyle; teknik yetersizlikler, dokunun canlılığı ya da alıcının fizyolojik durumu gibi etkenlerle açıklamaya çalıştı. Ancak günümüzde biliyoruz ki bu durum, bağışıklık sisteminin doku uyumsuzluğuna karşı verdiği doğal bir tepkidir. Her ne kadar Novinsky bu mekanizmayı tam olarak tanımlayamamış olsa da, yaptığı gözlemler, immünolojik doku reddine dair ilk deneysel ipuçları arasında yer aldı.
Not: “Allogreft” ve “Homogreft” terimlerinin anlamı
“Allogreft” ve “homogreft” terimleri genellikle birbirinin yerine kullanılır çünkü her ikisi de verici ve alıcının aynı türden ama farklı bireyler olduğu doku nakillerini ifade eder. Ancak aralarında küçük bir fark vardır:
“Homogreft” terimi, genel olarak aynı türden bireyler arasındaki nakiller için kullanılır.
“Allogreft” ise, yine aynı türden ama genetik olarak akrabalıktan uzak bireyler arasındaki nakilleri tanımlar. Bu nedenle daha spesifik ve teknik bir tanımdır.
1. Küçük Doku Parçalarının Kullanımı:
Novinsky, büyük doku parçaları yerine küçük tümör dokularını nakletmeyi tercih etti. Bu strateji, nakledilen dokunun tutunma şansını artırdı. Çünkü büyük dokular genellikle canlılığını koruyamıyor ve kısa sürede kayboluyordu. Küçük dokular ise daha iyi adapte oluyor ve hayatta kalma olasılığı daha yüksek oluyordu.
2. Enfeksiyon Önleme ve Yara Bakımı:
Nakil yapılan bölgede enfeksiyonu önlemek ve uygun yara bakımı sağlamak, Novinsky’nin başarısında kritik bir rol oynadı. Bu sayede nakledilen doku sağlıklı bir ortamda tutunabildi ve yeni tümör oluşumuna zemin hazırlandı.
3. Aynı Tür İçinde Nakil Yapılması:
Novinsky, nakilleri yalnızca aynı türden hayvanlar arasında gerçekleştirdi. Türler arası biyolojik engelleri aşmaya çalışmaması, naklin başarısını artırdı. Bu, doku uyumluluğunu sağlayarak reddetme riskini azalttı.
4. Metastatik Tümörlerin Agresif Doğası:
James B. Murphy'nin (1884-1950) 1913 yılında yaptığı dikkat çekici gözlem, Novinsky'nin doku nakli çalışmalarının anlaşılmasında kilit rol oynamıştır. Novinsky, metastatik özelliklere sahip bir tümörü başka bir canlıya naklettikten sonra, bu tümörün alıcı organizmada da benzer biçimde metastaz yaptığı gözlemlenmiştir. Murphy’in vurguladığı gibi, tümörün agresif davranış özellikleri, yeni konak ortamına uyum sağlayarak hızla çoğalmasını kolaylaştırmıştı.
Novinsky’nin gözlemleri, modern immünoloji kavramları ortaya çıkmadan önce, doku reddi ve uyumsuzluğuna dair ilk deneysel ipuçlarını sundu. Başarılı nakillerin yalnızca aynı türden bireyler arasında ve belirli koşullarda mümkün olabildiğini göstererek, kanserin bulaşıcı bir hastalık olmadığını, yalnızca canlı tümör hücrelerinin doğrudan transferiyle yeni tümör oluşabileceğini kanıtladı. Ayrıca, nakledilen tümörün alıcıda metastaz yapabilmesi, tümörün biyolojik olarak aktif ve agresif olduğunu gösterdi. Novinsky’nin bu öncü çalışmaları, modern transplantasyon ve deneysel onkolojinin temellerini atmıştır.
Yazan: Kamil Hamidullah / KASIM 2023
Önceki güncelleme:
Son güncelleme: Kamil Hamidullah / TEMMUZ 2025
#AkciğerNakli #PAHSSc #LungTransplant #OrganBağışı #OrganNakli #OrganDonation #MstislavAleksandrovichNovinsky #Novinsky #Allogreft #Homogreft #LTx